Tezkire’nin bu bölümü şöyledir:
“Fezadaki yeni Kamer mahrekine uhruç eden ilk müslim, Ehl-i Beyt’ten bir seyyid ve Kreyş Emiri’dir. Fezadaki namazını eda ederken, yeni Kamer ona bayram müjdesi verir. Nafilesi vacibe tebdil olacaktır. Namazının ezanı ise, ruhani müezzinin daha önce okuduğudur. Bunun zuhuratı vasat alamettendir. Kreyş Emiri secdeye güç kifayet eder.”
Bu, paragrafta bildirilenler aynen gerçekleşmiştir. 17 Haziran 1985'de, Müslüman Suudi Prensi Ahmed Bin Salman Abdelaziz Al-Saud, uzay mekiklerinin 18., Discovery uzay mekiğinin 5. uçuşu olan STS - 51G kodlu uzay programına alınmıştır. Prens Salman Al-Saud, yeni Ay’ın yörüngesine yerleşen (mahrekine uhruç eden) ilk Müslüman olmuş ve uzayda ilk namazı eda etmiştir. Bu namazın ezanı, daha önce “ruhani” bir müezzin tarafından Ay’da okunan ezandır. Prens, uzaydaki çekim azlığı nedeniyle, namaz sırasındaki beden hareketlerini zor kontrol edebildiğini (secdeye güç kifayet ettiğini) açıklamıştı. Namazını kıldığı sırada da, yeni Ay’ı, Dünya’dakilerden çok önce, ilk olarak uzaydan o görmüştü. Bilindiği gibi, bir vakit namazı, yeni Ay göründüğünde iptal olur.
Vakit namazının bu şekilde iptal olması
üzerine Prens’in kılmaya
niyetlendiği nafile namaz
ise, yeni Ay’ın görünmesi ile başlayan Kurban Bayramı nedeniyle, bir
bayram namazına dönüşmüştür. Görüldüğü gibi, bütün bunlar, Hızır
Tezkiresi’nde bildirilenlerle tam bir uyum içindedir ve bu olay Kıyamet’in ortanca alametlerinden sayılmaktadır.
Hızır
Tezkiresi’nin
diğer bir bölümünde de şunlar yazılıdır
“Müslüman
alimler acibe hayret edeceklerdir. Fezada kıyam, rükun, ka’de
ve
secde ile ufki yatış hep birdir. Müslüman alimler, Kainat’ı ve Kainat’ın
“Kun”unu idrak ederler. Hidayet, fezadakilere erişir. Gazap, Dünya’da
ertelenmiştir; ama feza kafiri olursa, ona da ateş azabı erişir; onlara hiç
bir yardım da erişemez. Kim Allah’ın azamet ve kibriyasını yanüstü, yüzüstü,
sırtüstü de olsun düşünürse, Müslüman olur. Bir de secde ederse, ona da
sonsuz nimet vardır ve ona emanetçi olarak Allah yeter. Kemeriyye
Tezkiremiz’in mahreki, sıratal müstakiymden; mahreci sadaka Hızır
Aleyhisselam’dan tamamdır. Doğrusunu Allah bilir.”
Tezkire’nin
bu bölümü oldukça açıktır. Uzayda “kıyam”
(ayakta duruş), “rükun” (eğiliş),
“Gökler ve yerler Allah’ın mülküdür. Allah her şeye kadirdir. Elbette göklerin ve yerlerin yaratılışında ve gece ile gündüzün peşpeşe gidişlerinde, akıl sahipleri için ne ayetler vardır. Onlar ki, ayakta, otururlarken ve yanüstü dururlarken zikrederler ve derler ki: Ey Allah’ımız! Sen boşuna yaratmadın. En büyüksün; bundan dolayı bizi ateş azabından koru!.”
Ay’ın
ve uzayın keşfi olgusuna, zamanımızdan 1400 yıl
önce yaşamış olan Hazreti
Muhammed’in
hadislerinde rastlıyoruz. Örneğin, bir hadisinde: “İnsanoğlu
Ay karnında ikamet etmeden Kıyamet kopmayacaktır” demiştir.
Başka bir hadisinde ise, gökteki parlak bir yıldızı işaret ederek: “Nefsimi
elinde tutan Allah hakkı için, gece ve gündüz oluşumu bitmeden, bu din
mutlaka şu yıldızın varacağı yere kadar ulaşacaktır” demiştir.
Diğer bir hadisinde de: “Yaklaşın ey Ferruhoğulları!
(Arap olmayan Müslümanlar!) Eğer bilim Süreyya
Yıldızı’nda da olsa, içinizden ona ulaşıp bu bilimi alacak kimseler
olacaktır” demektedir.
O, kuşkusuz olacakları biliyordu ve bu hadisini, Arap ırkı için değil,
Arap ırkı dışındaki
Müslümanlar ve Kıyamet’e doğru Müslüman olacak olan Germen
ve Slav ırkları için söylemiştir. Hızır Tezkiresi’nde Süreyya
Yıldızı’ından
söz edilmiş
olması, bu hadisle uyum halindedir. Buradan, Allah’ın, insanoğluna, Süreyya
Yıldızı’na
(400 ışık yılı uzaklığa) kadar geniş bir uzayın fethini vaat ettiğini anlıyoruz.
Yukarıda,
Hızır
Tezkiresi’nin,
ilk bakışta okura çarpıcı geleceğini umduğumuz, genelde Ay’ın keşfi
ile ilgili bölümlerini sunduk. Şüphesiz ki, Tezkire
sadece bunlardan ibaret değildir. Diğer bölümlerinde, içinde bulunduğumuz evrenin
yaratılışı, diğer alemler
ve bunlara ilişkin çeşitli konularda çok değerli bilgiler ve kehanetler ve evrensel
sırlar yer almaktadır. Şiir dili ile ve bir takım
sembollerle anlatılmış olan Nostradamus’un
kehanetleri çeşitli yorumlara oldukça açıktır. Halbuki, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin
Bugünkü resmi bilimin çok üzerinde, çağımızı aşan bilgileri kapsayan bu değerli eseri kaleme alan “Mevlana Halid-i Bağdadi” acaba kimdir?