“MEVLANA
HALİD-İ BAĞDADİ” KİMDİR?
Mevlana
Halid-i Bağdadi,
1770-1827
yılları arasında Bağdat’ta
yaşamış ve Kadiri dergahında
eğitim görmüş bir Mevlevi’dir.
Bağdadi, “Abdülkadir
Geylani”nin
el verdiği bir kimse olarak da bilinmektedir. Bu özelliği
ile Halidilik
ve Geylanilik,
Müslümanlık’ta birbiriyle bağıntılı bir tarikat gibi görünmüştür.
Ancak, daha sonra, Hazreti
Hızır’dan
ders aldığını ve onunla “Alemleri, ilahi
katları birlikte gezerek öğrendiğini”
bildiren Bağdadi,
bir tarikat olmayan, ancak bir bilim ve sevgi birliği olarak tanımlanabilecek “Halidi
Öğretisi” ile Geylanilik’ten
ayrılmıştır.
Bağdadi
ve Halidilik
tarikatı
ile ilgili olarak dilimizde yayınlanmış olan üç eser biliyoruz:
Bunlar,
“Halidiye Risalesi”, “Mecd-i Talid”
(Büyük Doğuş) ve
“Şemsü’s Şümus”
(Güneşler Güneşi) isimli
eserlerdir (K43). Yakup Çiçek
tarafından
dilimize çevrilen bu eserlerde, Bağdadi’nin
doğum tarihi, Hicri 1190 (Miladi 1776) ve
Hicri 1193
(Miladi 1779) olarak verilmiştir. Ölüm tarihi ise,
Hicri 1242 (Miladi 1827) dir. Bağdadi’nin yaşam
öyküsünü, söz konusu eserlerden aktararak kısaca sunuyoruz:
Bağdadi,
Irak’ta, Süleymaniye’ye
sekiz kilometre uzaklıktaki Karadağ
kasabasında
doğmuş ve orada büyümüştür. Zamanın ünlü hoca ve alimlerinden eğitim
görmüş, Arapça ve Farsça nazım
ve nesirdeki üstünlüğü ile en önde gelen belagat
alimleri seviyesine
yükselmiştir. Daha sonra, eğitimi için uzak yerlere giderek, oralarda ilmini
daha yüksek mertebelere çıkarmıştır.
Bağdadi,
tanınan ve takdir edilen ilmi kişiliğinin yanısıra, üstün ahlak ve “takva”sı ile de her zaman dikkati çeken bir özelliğe sahipti. “Ledunni”
(kaynağı Kur’an’da gizli)
bilimlere son derece vakıf olup, bu konularda o zamanın
ileri gelen üstadlarından da daha ileri bir
derecede bulunmaktaydı. Üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve derin bir
anlayışa sahipti. Bununla birlikte, hocalarına karşı kendini küçük ve
aciz gösterir; bildiği halde bilmeyen
bir kimse gibi davranırdı. Bu, bir anlamda, yaptığı hayrı, iyiliği
duyurmak istemeyen; ancak, yaptığı menfi bir hareketi de gizlemeye çalışmayan
kimse anlamına gelen “Melami”
davranışıydı. Herkes tarafından sevilen, pek sabırlı,
kanaatkar ve pek muhterem bir kişiydi. Daima ruhani bir cezbe, ağlama ve
tefekkür halinde bulunan Bağdadi
Hazretleri,
manen kemale ermiş üstün
bir kişiliğe sahipti.
Bağdadi’nin,
Hicri 1220 yılında Medine-i
Münevvere’yi
ziyareti sırasında başından geçen ilginç bir
olayı kendi ağzından dinleyelim:
“Medine-i Münevvere’de, “salih”lerden biri ile karşılaşıp, özellikle irşadım konusunda faydalanmak istiyordum. Bir gün, Yemenli, “istikamet sahibi”, alim ve amil bir zatla karşılaştım. Hiç bir şey bilmeyen bir kişinin, büyük bir alimden nasihat istemesindeki tavrını takınarak, bana öğüt vermesini talep ettim. Bir çok nasihatte bulundu ve sonunda şöyle dedi: “Mekke-i Mükerreme’de, zahiri görünüşü şeriata ters düşse bile, gördüğün her şeye hemen karşı çıkmaya kalkışma”. Mekke-i Mükerreme’ye vardığımda, bir cuma günü, bir deve kurban eden kişinin eciri kadar sevaba nail olmak için, Mescid-i Haram’a erkenden geldim. Kabe’ye karşı oturup “Delail” okumaya başladım. Bu sırada, siyah sakallı, gösterişsiz, basit bir kıyafet giymiş bir adamın geldiğini ve sırtını Kabe’nin duvarına dayayıp, yüzünü bana çevirdiğini gördüm. İçimden, “Bu adam Kabe’ye karşı edep dışı davranıyor” diye düşündüm. Bu düşüncemin akabinde, o adam bana şunları söyledi: “Be adam! Sen bilmiyormusun, Allah katında mümine hürmet, Kabe’ye hürmetten daha üstündür. Tutup da, benim Kabe’ye sırtımı dönüp, yüzümü sana çevirmeme itiraz ediyorsun. Hem sen Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun”. Bu sözler üzerine, onun kesinlikle büyük bir “veli” olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. Özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da, “Senin irşadın bu diyarda değildir” deyip, eliyle Hindistan tarafını işaret etti. “Sana bu yönden işaret gelecektir ve irşadın orada olacaktır” diyerek sözünü tamamladı.”
Bağdadi,
bu olaydan dört yıl sonra, Hicri
1224 yılında
Hindistan’ın Cihanabad
şehrine
giderek, orada Şeyh Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin
mürşidliğinde
Nakşibendi
tarikatının eğitimine girer. Orada bir yıl kadar kaldıktan sonra, Şeyh
Hazretleri, ona, “velayeti
ikmal ettiğini”,
dirayet ve tam bir vukufla
“sülukunu”
tamamladığını bildirir ve “irşad
icazeti” verir.
Hilafetin en üst derecesi olan “Hilafet-i
Temme” ile
onu beş tarikatta halife
yapar. Bu tarikatlar, Nakşibendi,
Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve
Çeşti’dir.
Dönüşünde,
Şeyh Hazretleri onunla birlikte yedi kilometre yürüyerek Bağdadi’yi yolcu eder. Bağdadi,
seyahat ettiği beş gün süresince, yemez, içmez; vaktini sadece ibadet ve
zikirle geçirir. Beşinci gün, Şiraz
yakınlarındaki bir limandan İsfahan’a geçer. Uğradığı her yerde, insanları hidayete
davet eder. Hemedan
ve Semedüc’e
gelir.
Senedüc’de
kaldığı süre içinde, matematik,
geometri, astronomi
ve coğrafya tahsil eder. Hicri 1226’da, nihayet Süleymaniye’ye
ulaşır. Bundan iki yıl sonra, Hicri 1228 yılında Bağdat’a
yerleşen Bağdadi, burada on yıl kadar kaldıktan sonra, Hicri
1238 yılında,
müridleri, “etraf-ı
iyali” ve halifeleriyle birlikte Şam’a yerleşir.
Kaldığı her yerde, kalabalık insan gruplarının izdihamı içersinde, bir
çok alim ve emir onu ziyarete gelir. Gelenleri, tefsir,
hadis, tasavvuf, fıkıh ve
çeşitli ilmi konularda yetiştirmeye çalışır, irşad eder. Kudüs,
Halep ve
Irak’ın tamamı,
özellikle Bağdat, Basra,
Kerkük, Erbil, İmadiye ve
Cezire bölgeleri; Güneydoğu
Anadolu, özellikle
Mardin, Gaziantep, Urfa
ve Diyarbakır
bölgeleri; ayrıca, Hindistan,
Afganistan, Maveraünnehir, Mısır, Amman ve
Mağrip (Batı
ülkeleri) halkından
pek çok kimse onun müridi olmuşlardır.
Mevlana Halid-i Bağdadi, Hicri 1242 (Miladi 1827) yılında, “Zilkade”nin 14. Cuma gecesi, Taun hastalığından vefat etmiştir. Kabri, Şam’da, Salihiye’de olup, Müslümanlar’ın ziyaretine açıktır.