AIBERG TV YAYININDA
Aiberg’in sessizliğini bozmasını ve yeniden kitaplarına dönmesini yıllardır bekleyen okurları, 13 Şubat 1997 gecesi bir sürprizle karşılaştılar. Flash-TV’de, Profesör Yaşar Nuri Öztürk’ün (K110) sunduğu “Işığa Çağrı” isimli sohbet programına, Aiberg, izleyici olarak telefonla katılmıştı. Bu durum, programı izleyen Aiberg okurları için gerçek bir sürpriz oldu. Yıllardır bekledikleri Aiberg, hafif aksanlı Türkçe’si ile karşılarındaydı. “İslam dininin yobazlardan, din tacirlerinden arındırılması; Kur’an’a ve gerçek İslam’a dönülmesi” konuları görüşülürken, Aiberg, İstanbul’dan telefona sarılmış ve yıllardır sürdürdüğü suskunluğunu nihayet bozmuştu.
Bu kısa
telefon görüşmesinde, Aiberg, “İslam’ın, fandımentalizm ve radikalizmden sonra
Bu görüşmeden
bir ay sonra, 13
ve 20 Mart 1997
tarihlerinde, Aiberg, aynı programa, bu sefer iki kez konuk olarak katıldı. “Kur’an
ve Evren” konulu canlı yayında,
konu ile ilgili görüşlerini ve teorilerini imkan bulduğu ölçüde açıkladı.
Aiberg’in dini konulardaki görüşlerinde
“hiç bir aksaklık olmadığını”; bilimsel konularda ise, kendi konusu olmadığı için bir şey
diyemiyeceğini belirten Yaşar Nuri Öztürk,
ne yazık ki ikinci programına, bilimsel konularla uzaktan yakından hiç
ilgisi olmayan üç kişiyi, sanki Aiberg’i “sorguya çekmek” üzere
davet etmişti. Aiberg’in
eserlerini okumamış olan, okusalar da anlayabilecek niteliğe sahip olmadıkları her hallerinden belli olan bu üç kişi, anlamsız
konuşmaları ile akıllarınca Aiberg’i
bu programda yargıladılar. Biri,
pizzacıda pizza yerken, Aiberg’in
kitabını okuduğunu söylüyor; diğeri ise kitapları “taradığından” söz ediyordu. Burada amaçlarının, “üzüm
yemekten çok bağcıyı dövmek” olduğu,
yani Aiberg ne derse desin, onu hırpalamak
üzere oraya geldikleri çok açıktı. Ancak, bilimsel konulara hiç
değinemediler; bu da doğaldı, çünkü bilgisizdiler.
Sadece, Aiberg’in Danimarkalı olup
olmadığı, profesör olup olmadığı gibi konuları, zaman zaman kabalığa
varan tavır ve üslupları ile soruşturdular. Kitaplarını pizzacıda
okumakla veya taramakla ancak bu kadarını yapabilirlerdi. Aiberg
ise, bir bilgin tevazuu ve nezaketi içinde
onları cevaplamaya çalıştı. Oysa, önemli olan Aiberg’in
kimliği değil, ortaya koyduğu eserleriydi.
Ayrıca, ilk programda, Aiberg, “Teorik
fizikçilerle ve matematikçilerle
konularını rahatlıkla tartışmaya hazır olduğunu” belirtmişti.
Karşısında konuşturulan üç kişi ise bu konuların o kadar uzağındaydı
ki, bilimsel tartışma bir tarafa, Aiberg’in
onlarla en basit bir şekilde diyalog kurmasına olanak yoktu. Çünkü, “aynı
dili konuşmuyorlardı”.
Öztürk’ün, programına, Aiberg’in yazdıklarını değerlendirebilecek bilim adamı kimliğine sahip tek bir kişiyi bile davet etmeyişinin nedeni açıktı: Çünkü, Flash-TV’deki birinci programından sonra, 19 Mart 1997 tarihli “Aktüel” dergisinde (D1), “İlahiyatçı Dekana Canlı Yayın Tuzağı” başlığı altında çıkan yazıda, Aiberg’in bir şarlatan olduğu, Yaşar Nuri Öztürk’ün bu programda Aiberg tarafından aldatıldığı gibi hiç bir geçerli belgeye dayanmayan bir takım asılsız ve haksız iddialarda bulunulmuş; üstelik bu konu, aynı medya kuruluşunun TV kanalı olan ATV Haber Bülteni’ne de yansımıştı. Oysa, söz konusu derginin, derinlemesine incelemeye gerek duymadan, sırf satış yapmak ve sansasyon yaratmak için, bazı olayları saptırarak verdiği, hatta asılsız senaryolar yarattığı, diğer basın organları tarafından zaman zaman ortaya konulan bir gerçekti. Bunu Türk okuru da pekala bilmekteydi.
Durum böyle iken, aynı haber kaynaklı bir dergi ve TV kanalının yaptığı bu yayın üzerine şoke olan Öztürk, “Din tüccarlarına ve yobazlara karşı onun safında yer almak isteyen” Aiberg’e destek olacak yerde, anlaşıldığına göre, kendini bu durumdan kurtarmak için kolay yolu seçmiş, ikinci programına, önceden anlaştığı bu üç kişiyi çıkartarak, Aiberg’i sözde yargısız infaz etmek istemişti. “Aktüel” dergisinde yazılanların etkisiyle birinci programında tuzağa düştüğüne inanan Öztürk, aklınca Aiberg’i bu sefer kendisi tuzağa düşürüyor ve böylece kendini temize çıkartıyordu. Öztürk gerçekten kolay yolu seçmişti. Ancak, bu yolu seçmekle, hem yaptığı hareketin vebalini üstlenmiş oluyor, hem de Aiberg’i yakından tanıma fırsatını kaçırmış oluyordu. Eğer medyadan bu kadar etkilenmeyip biraz iyi niyetli davranmış olabilseydi, ikinci programına, Aiberg ile bilimsel bir tartışmaya girebilecek en azından bir tane bilim adamı kimliği taşıyan birini çıkartırdı.
Öztürk’ün bu tutumu, canlı yayına telefonla katılan Aiberg okurları tarafından bozulmaya çalışıldı. Ancak, Aiberg’i ve okurlarının dediklerini o programda anlayıp değerlendirebilecek hiç kimsenin bulunmaması, gereksiz bir tartışma ortamının doğmasına, tarafsız izleyicilerin konuyu hiç bir şekilde anlayamamalarına ve böylece, ilk defa bir TV programında toplumun karşısına çıkan Aiberg’i tanıyabilme şansını kaçırmalarına neden oldu. Bununla birlikte, Öztürk’ün bu TV programından, Aiberg’in yaşamı ile ilgili bazı tesbitler yapma olanağını bulduk: Bu programda, Aiberg;
Doğum tarihinin Nüfus Cüzdanı’nda 1947 olarak yazılı olmasına karşın, gerçek doğum tarihinin 14 Şubat 1945 olduğunu ve “Faroe”de doğduğunu;
1965
yılında (20.5 yaşında) Müslüman olduğunu;
Bugüne kadar 49
kitap yazdığını ve 18
kitabının yayınlanmak üzere
beklediğini;
İki
buçuk yıl, NASA’da gizli Müslüman
olarak çalıştığını; o süre içersinde, oruç
Günde en çok dört
saat uyku uyuduğunu ve sadece bir
öğün yemek yediğini;
Ülkemizde bilim adamına para verilmediğini; bu yüzden, 4 milyon TL.
gündelikle
Manevi annesi Müfide
Atalay’ın “Atalay”
soyadının eşinin soyadı olduğunu;
Müfide Atalay’ın
ailesinin, bugün Ermenistan sınırları içinde olan Başkurdistan’dan
İsteyen kanal, isteyen bilim adamını karşısına çıkardığı takdirde, kendi teorilerini ve bilimini tartışmaya her zaman hazır olduğunu;
Bir kitabında yer alan ve yukarıda alıntı yaptığımız “Ben
Zamanım” başlıklı yazısını
Öztürk’ün:”Yayınevi tarafından kiralanan bir evde kitaplarını hazırladığı
sırada, bir
AIBERG’İN
ÖZTÜRK’E CEVABI
Aslında Aiberg, Öztürk’e ve onun programına çıkartılan kişilere “cevabını”, o tarihten “çok önce” yayınlanan bir kitabının satır aralarında vermişti:
“Yazdıklarımın
bilime dayanmadığını iddia etmek için, en azından, aydın (entellektüel) olmak gerekir. Eğer bir konuda bilgili
değilsek, neye göre ve hangi kıstasla, neye dayanarak, “Bu yanlış, bu
doğru” diyebiliriz. Sınayacak
kurulun, sınananlardan daha. bilgili
olması gerekir. Öğrenci öğretmeni sınayabilir mi? O zaman, başkalarının
yorumlarına ve verdikleri akla uyarak, dedikodu kumkuması içinde, önümüze geleni, dilediğimiz
“zan” ile önce idam eder, sonra
yargılarız. Bilmeyen (cahil), bilgiyle
değil,
Bilgi
sahibi olmadan, sadece “zan” ile
karşı tarafı suçlamanın günah olduğu,
Kur’an’ın şu ayetlerinde yer alıyor:
Yunus-36: “Onların çoğu
zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekte
Hucurat-12:
“Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira zan kısmi günahtır.”
En’am-116:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uysan, seni Allah yolundan
saptırırlar.
Onlar sadece zannediyorlar ve sadece saçmalıyorlar.”