BASINDA
YAZILANLAR
Aiberg ile ilgili olarak basınımızda çıkan ilk haber, 5 Nisan 1987 tarihli “Nokta” dergisinde (D73) yayınlanmıştır. Bu dergide belirtildiğine göre, Aiberg, bir süreden beri, “Sabah Yıldızı” gazetesinin “Tılsım, Cifir ve Gizli Bilimler” sayfasını yönetmekte ve “Geleceğinizi Okuyan Adam” sıfatıyla yıldız falları yazmaktadır. Aynı sayfada yer alan fotoğraflı künyesine göre, 1973 yılında Müslümanlığı ve Türklüğü seçmiştir. Kopenhag Üniversitesi’nde astrofizik doçenti ve aynı zamanda Freiburg Üniversitesi Transpsikoloji Kürsüsü’nde öğretim görevlisidir. Bu arada, “bioritm” ve “teoloji” uzmanı olduğu belirtilmiştir.
Aiberg’in, Flash-TV’nin “Işığa Çağrı” programına çıkmasının ardından, yukarıda değindiğimiz gibi “Aktüel” dergisinin (D1) iki haftalık yayını ile karşılaştık. İlgi çekmenin, sadece uydurma senaryolar yaratarak mümkün olacağına inanan basınımızın bu kesiminden, Aiberg’in şarlatanlıkla suçlanmasının dışında başka bir şey beklenemezdi zaten. Kitaplarında yazılanları hiç bir şekilde anlayabilecek niteliğe sahip olmadıkları halde, yine de gazetecilik yaptıklarını sananlar, bu eserlerin değerlendirilmesini gerçek bilim adamlarına bırakacak yerde, kısa ve kolay yoldan kendi kafalarında bir şarlatan yaratarak akıllarınca topluma hizmet etmiş oldular. Ancak, medyanın Aiberg’e karşı gösterdiği bu tavrın bir yararı oldu: Öztürk’ün TV programında olduğu gibi, Aiberg okurları her şeyden önce Aiberg’e sahip çıktılar; “Aktüel”de yer alan kanıtsız haber ve yorumlar, onların Aiberg’e olan inançlarını daha da pekiştirdi.
Diğer taraftan, gazeteci Tevfik Yener, 22-23-24 Mart 1997 tarihli “Sabah” gazetesinde (G11), “Esrarengiz Profesör Hans Aiberg Olayı” başlığı altında üç günlük bir yazı dizisi yayınladı. Yener, Aiberg’i açıklayabilecek bilimsel bir birikime sahip olmamakla birlikte, onunla birebir bir ilişki içinde yaşadığı ilginç olayları çarpıcı bir şekilde dile getirdi:
“1983
yılında, trajı 700 000’e kadar çıkan, “Posta”
adında bir gazete çıkarmaktaydık. Gazetenin “Yıldız
Falı” sayfası için bir astroloji
uzmanı aradığımızda, “Bu işi çok iyi bilen biri var” dediler.
“Getirin o zaman” dedik. Ertesi gün, odaya bir “hippy”
girdi. Uzun boylu, zayıf, temiz yüzlü bir genç. Elini kibarca uzattı,
“Bendeniz Doçent Dr. Hans von Aiberg”
dedi. Mükemmel bir Türkçe ile konuşuyordu. Kanarya sarısı saçları
başına bir firkete ile tutturulmuştu. Şaşırmıştım. Yıldız Falı uzmanı
olarak beklediğimiz kişi Alman çıkmıştı.
“Alman mısınız?” diye sorduğumda, “Hayır! Danimarkalı’yım;
ancak Alman vatandaşıyım” diye
cevapladı. Hans, az bir ücret karşılığında,
gazetenin “Yıldız Falı” köşesinde
yazmaya başladı. Bir gün, gazetenin Almanca çevirmeni işten ayrıldığında,
ona, Almanca’dan çeviri yapmasını önerdim. Hemen kabul etti. Bir süre
sonra, sadece Almanca’dan değil, İngilizce,
Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca’dan çeviriler yapmaya başladı. Yaptığı çevirilerdeki
Türkçe’nin güzelliği dikkat çekiciydi. Bir ara, “Hans! Sen kaç dil biliyorsun?” diye sordum. “Hemen hemen bütün dilleri” cevabını verdi. “İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Arapça,
Rusça, Farsça, biraz da Hintçe
bilirim” dedi. Hans hangi
dilden çeviri yapsa mükemmel yapıyordu.
Bilimsel, zor konuları bile, uzmanlara parmak ısırtacak
ustalıkla çevirmekteydi. Bu sırada, okurlardan gelen telefon ve mektuplar
giderek artıyordu. Yıldız falı ve
astroloji konularındaki yazıları
okuru “çarpmıştı”. Hemen
herkes Hans’dan bir çare bekliyor,
Hans ile tanışmak, fallarına baktırmak
istiyorlardı. Bir süre sonra, gazetenin kapısını Hans’ın okurları kuşatmaya başladı. Kadınlar görevlilerle
kavga ediyor, Hans’ı görmeden
gitmek istemiyorlardı. Bu ilgi karşısında,
Hans’ın, gazetedeki astroloji köşesini yarım
sayfaya çıkarttık. Yetmedi, tam
sayfa yaptık. Mektuplar çuvallarla
geliyordu. Yetmedi, bir buçuk sayfa
yaptık. O da yetmedi, iki sayfaya
yaydık Hans’ı. Şimdi o, tam iki
gazete sayfasının yazarıydı.. Hans’tan
çare bekleyenler neler yazmıyordu ki. Örneğin, bir kadını anımsıyorum,
şöyle yazmıştı: “Sayın Hans
Aiberg! Çok kıymetli tek taş yüzüğüm evde kayboldu. Yüzüğümü
nerede bulacağımı söylermisiniz?” Hans
buna şöyle bir cevap yazmış: “Yüzüğü görümcen çaldı. Sen üzülesin
diye yaptı. Bir haftaya kadar yüzüğü getirip yatağın altına bırakacak.
Bekle! Sakın üstüne gitme, yoksa kan çıkar”. Bunları okuyunca, Hans’a
dedim ki: “Gözünü seveyim, böyle şeyler yazma. Ya kadın gidip görümcesinin
boğazına sarılırsa”. Hans
kendinden emin cevap verdi: “Merak etmeyin efendim; bir şey olmayacak. Kadın
yüzüğüne kavuşacak”. Fazla üstelemedim. Aradan on gün geçti. Yüzüğünü
kaybeden kadın gazeteye gelip Hans’ın
ellerine sarılmaz mı! Yüzüğü yatağın altında bulmuştu. Hem de görümcesinin
misafir geldiği gece. Yine de kuşkulandım. Acaba Hans
bizi etkilemek için, bir tanıdığına “yüzük
oyunu” mu oynatmıştı? Bu kuşkum uzun sürmedi. Hans’a teşekkür için gelen kadın sayısı o kadar çok arttı
ki, bu kadar çok “oyuncu”
bulabilmesi imkansızdı. İsabetli
kehanetleri Hans’ın şöhretini
iyice arttırdı. Özellikle kadınlar, ağızdan ağıza, Hans’ın
ününü yayıyorlardı. Her sabah, gazetenin kapısında rastladığımız on,
oniki kadar hanımın Hans’ın
okurları olduklarını biliyorduk artık.”
Yener,
Aiberg’in, kendisine gazetede iki
sayfa ayrılmasına ve büyük bir okur kitlesine sahip olmasına rağmen, bir süre
sonra, hiç anlam veremediği bir şekilde
işi bıraktığını yazıyor. Bunun
cevabını, Aiberg’in ilk kitabının
önsözünde buluyoruz: “… Yüksek
trajlı gazetelerde önemli görevler üstlenmeme rağmen, maalesef okuyucunun
en çok ilgilendiği dal olan kehanet
uzmanı ve gizemci (ledünni
bilgin) yönümle tanındım. Bu
Tevfik Yener’in, Aiberg ile ilgili diğer bir ilginç anısı da şöyle (G11):
“Aiberg,
bir gün, ünlü bir bilim dergisinden çeviri yapıyordu (“New
Scientist” veya “American
Scientist” olabilir). Bana geldi; “Bu dergide verilen kimya formülleri yanlış” dedi. “Hans, çok işim var, git başımdan. Yani, o derginin profesör
yazarları yanlış mı yazmışlar? Öyle mi?” dedim. “Evet! Bu formüllerle
sonuç yanlış çıkıyor” diyerek israr etti.
Yener, Aiberg’in, bütün bunları “cinlerle haberleşerek” yaptığını iddia ediyor. Bu tabii onun yorumu. Bir sohbet sırasında, Aiberg’in, kendisine: “Ben Dünya’da hiç bir yerde doğmadım. Gökten indim” dediğini belirtiyor. Yener şöyle devam ediyor:
“Bir
hekim kadar tıp bilgisine, bir profesör
kadar fen bilgisine sahip gözüküyordu.
“Gözüküyordu” diyorum; çünkü biz gazeteciydik, hekim veya bilim adamı
değildik; yazdıklarını tam olarak bilemezdik. Ama, uzmanlara her kontrol
ettirişimde, Hans’ın yazdıkları
hatasız çıkmıştı. Az
bilinen dillerden yaptığı çevirileri, bir bilene sorduğumda, “Doğru tercüme” yanıtını almıştım”.
Burada, biz de bir ekleme yapmak istiyoruz: Aiberg ile bir yemekte beraber olan KBB profesörü bir doktorun, tıp konusunda yaptıkları uzun bir söyleşiden sonra, Aiberg için, “Kendi dalımda bilmediğim bir çok şeyi ondan öğrendim” dediğini biliyoruz. Oysa, yayınlanmış olan yedi kitabında, Aiberg, ne tıpla ilgili konulara, ne de astrolojiye hiç değinmemiştir.
Aiberg ile birlikte çalışıp, onu bu kadar yakından tanıma şansını elde etmiş olan Tevfik Yener’in, kendisinin de belirttiği gibi fen bilgisi olmadığından, Aiberg’in kitaplarını okuyup değerlendirmesine imkan yok. Ancak, bu kadar hayranlık duyduğu birinin kitaplarının “uzman biri” tarafından değerlendirilmesini sağlayabilmiş olsaydı, gerçek bir gazetecilik yapmış olurdu.
26 Mart 1997 tarihli “Aktüel” dergisinde (D1), Aiberg’in üvey kardeşi olduğu belirtilen müzisyen Ferdal Eratak ile yapılmış kısa bir söyleşi var. Bu söyleşide, üvey kardeş, “Aktüel”de iddia edilenin aksine, Aiberg’in “Türk olmadığını” vurguluyor. Bu söyleşi şöyle:
“-
Ağabeyinizin adı nedir?
-
Buradaki nüfus cüzdanına göre, “Bülent
Ayberk”. Çift ad olarak şey yapılıyor.
Kütükten
öğrenmişsiniz zaten.
-
Peki, kendini neden Danimarkalı olarak tanıtıyor?
-
Tanıtma olayı yok canım. Türk tabiyetine
geçti. Çift hüviyetli yani.
-
Annenizin ilk eşi yabancı mıydı? Adını biliyormusunuz?
- Bilmiyorum da, bana söylenen,
küçük yaştayken evlat alınmış.
- Hangi okullarda okuduğunu
biliyormusunuz?
- Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş. Belli bir eğitimi var yani.
Dışarıda
okumuş. Tam olarak şey yapamıyorum, kopukluk var dedim ya ben size.
İstanbul’dan Ankara’ya,
oradan İzmit’e geçtik ve ayrı
kaldık.
-
Peki, Türkiye’ye kaç yaşında geldi?
-
Benim bildiğim değil de, bana söyleneni söyleyebilirim. 20’den
önce olması gerekir..
Çünkü, askerliğini
de burada yaptı. Orada da yapmış. İki
askerlik yapma olayına
girmiş. Herhalde 17 falan olması gerekir. Konuşması biraz bozuktu. Türkçe’yi tam
olarak öğrenememişti. Son
zamanlarda bayağı ilerletmiş.
-
Askerliğini nerede yaptı?
-
Sivas, Konya, daha sonra da Kıbrıs’a
gitti.
-
Türkiye’ye geldiğinde siz kaç yaşındaydınız?
-
Daha evvelden. Ama ben 10 yaşından sonrasını hatırlıyorum. Kendisi bazen
anlatırdı.
Onları ben hatırlamıyorum bile.
Size kesin bir yaş veremem.”
“Aktüel” dergisi, bu söyleşiyi yayınladığı aynı sayfalarda, Aiberg’in Türk olduğunu ileri sürüyor. Üvey kardeşinin anlattıkları ile çelişmesine rağmen, sırf Aiberg’i yalancı çıkarmak için ortaya konulan bu yazıda en büyük dayanakları da Aiberg’in nüfus cüzdanı örneği. Sanki, sonradan Türk vatandaşlığına geçenler nüfus cüzdanı alamazlarmış gibi.
Aiberg, bir nüfus cüzdanı olduğunu ve bu cüzdanda adının “Bülent Ayberk” olarak yazıldığını, Flash-TV’deki söyleşisinde zaten belirtmişti. Bu nüfus cüzdanında, baba adı: “Mehmet Rifat”, ana adı: “Müfide”, doğum yeri: “Elazığ”, doğum tarihi: “29 Nisan 1947” olarak geçiyor.
Aiberg ile ilgili olarak basında çıkan yazılardan yararlanabileceklerimiz bu kadar. Bu konuda söyleyebileceğimiz son söz şu olabilir:
Ülkemizin yetiştirdiği gerçek İslam uzmanlarından biri olan Yaşar Nuri Öztürk’ün, dinimizin bir takım yobaz ve din tüccarlarının eline düşmesine seyirci kalamayıp, yedi yıllık bir suskunluktan sonra ortaya çıkmak isteyen Aiberg’e karşı, kendi TV programında, hiç de hak etmediği bir tavır almayı tercih edişinin kendisine hiç de yakışmadığını belirtmek istiyoruz. Ayrıca, “ATV-Sabah” Grubu’nun, sırf sansasyon yaratmak amacı ile yaptığı yayınlarda takındığı tutumu kınıyor; Aiberg’in, bunları muhatap almayıp, sadece okurlarına dönmesini ve eserlerine kaldığı yerden devam etmesini diliyoruz.
İslamiyet’in gerçek yüzünün aydınlanmasında üstlendiği kutsal görevde ona sonsuz başarılar ve sağlıklar diliyoruz.