ELİF NOKTALARI
Borges,
bu sorunu çözmeyi başlıca görev bilerek kendini İslamiyet’e öylesine verir ki, sonunda, Geinberg’in yardımlarıyla “mutlak
sonsuzu” kanıtlayan “Elif
Noktaları”nı bulur. Borges’in
yoğun çalışmalar sonucu bulduğu Elif
Noktaları ile mutlak sonsuzun
tanımı yapılabilmiştir.
Böylece, bu tanımla, evrenin tümdengelimli
incelenmesinde bilim adamlarına
harika ipuçları sağlanmıştır.
“Elif”,
Arap alfabesinin ilk harfi ve en önemlisi 1 sayısının ta kendisi olup, Hızır
Tezkiresi’ndeki şifrelerden biridir. Elif
Noktaları ile sınırlı olan
sonsuzumuz, daha önce kanıtlanan Takyon
Evreni’nin ötesinde olduğu için,
hiç bir zaman sınanamaz ve hep
teorik kalacaktır. Ancak, Elif Noktaları’nın
yararı sayısızdır. Bir kere, sonsuz
üzeri sonsuzdan +1 büyük olduklarından, Allah
varlığına giden tek “Mir’aç
Yolu” olduğu teorik olarak kanıtlanmıştır.
Yani, “Allah’ın varlığının”
delilidir. Tamamı 43 tane olan
bu noktaların her biri, “Rabb-ül
Alemin” sözlerinin karşılığı bir evreni simgelemektedir.
Konunun
bilimsel ayrıntılarına burada girmiyoruz. Ancak, şunu belirtmek gerekir ki,
bu buluş, bu alanda uğraş veren bilim adamları için Müslümanlığı
kabul etme nedeni olmuştur. Takyon
Evreni’nin sonsuzluğu Allah’ın
varlığına delil değil, tam tersine onun reddi gibi bir sonuç vermekteyken, Borges’in Elif Noktaları’nı
ispatlamasıyla, Aiberg’in ifadesi
ile tam 34 Batılı bilim adamı
hemen Müslüman olmuşlardır.
Borges,
Elif Noktaları’ndan,
1949 yılında (ülkemizde 1998 yılında) yayınlanan, “El
Aleph” (Alef) adlı eserinde (K25) söz etmiştir.
Bu eserin bazı bölümlerini Borges’in
anlatımıyla aşağıda sunuyoruz:
“…
Doğru bodruma ineceksin. Seni uyarayım: Dümdüz, sırtüstü yatmalısın. Görüş
açısının, tam bir karanlık, tam bir hareketsizlik içinde belli bir noktaya
ayarlanması gerekli. Gözünü yerden ondokuzuncu
basamağa dikmelisin. Seni aşağıya bıraktıktan sonra merdivenin kapağını
kapatacağım. Tamamen yalnız kalacaksın… Bir ya da iki dakika sonra, Elif’i göreceksin… Gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtım ve Elif’i
gördüm.
Şimdi
öykümün anlatılması, aktarılması olanaksız özüne geliyorum. Bir yazar
olarak çıkmazım da bu noktada başlıyor…Yapmak istediğim şey gerçekten
olanak dışı. Çünkü,
sonsuza giden bir dizinin birimlerini
sıralamak olanaksız. Ben, bir tek dev
saniye içinde, hem fevkalade, hem korkunç olan milyonlarca eylem gördüm; hiç biri de beni,
hepsi
mekanda aynı noktayı kapladıkları halde,
birbirlerini gölgelememeleri, örtmemeleri kadar etkilemedi. Gözlerimin
yakaladığı şey eşzamanlıydı;
ama şimdi yazacaklarım zaman içinde sıralanacak, çünkü dil sıralayıcıdır.
Ne olursa olsun, hatırlayabildiğim kadarını aktarmayı deneyeceğim: Basamağın
arka kısmında, sağa doğru, neredeyse dayanılmaz bir parlaklıkta, gökkuşağının
tüm renklerini içeren bir çember gördüm.
Önce, döndüğünü sandım; ama sonra, bu titreşimin, kapsadığı Dünya’nın
sersemleticiliğinden gelen bir yanılgı olduğunu anladım. Elif’in çapı, herhalde bir kaç santimden fazla değildi; ama tüm
alem gerçekten ve eksiksiz içindeydi.
Her şey
(söz gelimi bir aynanın yüzü) sonsuzdu;
çünkü her şeyi, evrendeki bir açıdan
açıkça görebiliyordum… Denizin dalgalanışını gördüm; günün doğuşunu,
günün batışını gördüm… Amerika’daki insan yığınlarını gördüm;
siyah bir piramidin ortasındaki gümüş rengi örümcek ağını gördüm…
Bitmez, tükenmez sayıda gözün, bir aynaya bakar gibi, bende kendilerine baktıklarını
gördüm; yeryüzündeki bütün aynaları gördüm, hiç biri beni yansıtmıyordu;
Soler Sokağı’ndaki bir evde otuz yıl önce gördüğüm yer çinilerinin
aynılarını gördüm… Bir yan sokakta kurumuş topraktan bir tümsek gördüm;
eskiden orada bir ağaç vardı… Kaplanlar, pitonlar, bizonlar, gel-gitler,
ordular gördüm… Bir zamanlar o eşsiz Beatriz Viterbo olan çürümüş
kemikleri ve tozu gördüm; kendi koyu kanımın dolaşımını gördüm; aşkın
birleştiriciliğini ve ölümün değiştiriciliğini gördüm.
Elif’’i
her noktadan ve her açıdan gördüm; Elif’de
Dünya’yı ve Dünya’da Elif’i
gördüm;
Kendi
yüzümü ve kendi barsaklarımı gördüm; senin yüzünü gördüm.
Sersemledim ve ağladım. Çünkü, gözlerim herkesin adını bildiği ve
kimsenin bakamadığı o gizli ve ancak
tahmin edilebilecek şeyi, o tasavvur
edilmez alemi görmüşlerdi...”
Borges’in
bugüne kadar yayınlanmış bir çok öykü, deneme ve şiirinde, aslında
Zig-Zag Öğretisi’nin
gerçekleri yansıtılmıştır.
Ancak onun gizemli yazılarındaki
sembolizmin, çevirilerde, genellikle anlaşılamayarak tahrif edildiği ve gerçek
anlamından saptırıldığı görülmektedir.
Bunun son örneği Türkiye’de yaşanmıştır. Ülkemizde bir
çok eseri çeşitli yayınevleri tarafından yayınlanmış olan Borges’in
çevirilerinin konunun
tam anlamını yansıttığı söylenemez.
Borges’in,
yukarıda belirttiğimiz “El
Aleph” (Alef) in dışında, eserlerinden başlıcaları şunlardır: 1936
(ülkemizde 1990) yılında yayınlanan, “Historia
de la Eternidad” (Sonsuzluğun
Tarihi) (K24); 1962 (ülkemizde 1998) yılında yayınlanan, “Ficciones
(The Garden of Forking Paths)” (Ficciones:
Hayaller ve Hikayeler:Yolları Çatallaşan Bahçe) (K26);
1968 yılında yayınlanan “L’ecriture de Dieu” (Düş
Kaplanları)
(K27); 1975 (ülkemizde
1999) yılında yayınlanan “El Libro de Arena” (Kum
Kitabı) (K28); 1980 (ülkemizde 1999) yılında yayınlanan “Siete
Noches” (Yedi Gece) (K29).
Bu eserlerden, “Sonsuzluğun Tarihi”nde,
zaman ve sonsuzluk
kavramları çok iyi işlenmiştir. “Düş
Kaplanları”nda, bir leoparın beneklerinden başlanarak evrenin tüm yasaları birer birer anlatılmıştır. “Yolları
Çatallanan Bahçe”deki temel
kavram,
“zaman
yolculuğu” ve
“parelel evrenler”dir. Şimdi bu eserin bazı bölümlerini Borges’in
anlatımı ile sunuyoruz:
“…
O cümle dikkatimi çekmişti: “Yolları
Çatallanan Bahçe’mi çeşitli
geleceklere (hepsine değil) bırakıyorum”. Daha ilk bakışta anladım. Yolları
Çatallanan Bahçe,
o
karmakarışık romandı. “Çeşitli
geleceklere (hepsine değil) sözü, çattallanmanın mekanda değil, zamanda olduğunu düşündürüyordu. Eseri iyice
okuyunca bu kuramım doğrulandı. Bütün kurgusal eserlerde, kişi, birden
fazla seçenekle karşılaştığında, bir tekini seçer ve ötekilerden vazgeçer.
Tsui Pen’in kurgusal eserinde ise,
yazar, ayni anda hepsini birden seçiyordu.
Yazar, böylelikle, kendileri de çoğalıp
çatallanan çok sayıda gelecek, çok sayıda da zaman yaratıyordu.
Romandaki çelişkilerin açıklaması da bu işte. Diyelim ki, Fang diye
birinin bildiği bir sır var; bir yabancı çalıyor kapısını; Fang bu adamı
öldürebilir; bu adam Fang’ı öldürebilir; ikisi de kaçıp
kurtulabilirler; ikisi de ölebilir vs. Tsui
Pen’in eserinde akla gelebilecek bütün çözümler içerilmiş; her biri
de başka çatallanmalar için birer
çıkış noktası. Bazen bu labirentin yolları kavuşur; örneğin siz bu eve
geldiniz; muhtemelen geçmişlerden birinde düşmanımsınız, bir başkasında
dostum… Yolları Çatallanan Bahçe, konusu zaman
olan
uçsuz
bucaksız bir bilmece. Yolları Çatallanan
Bahçe, Tsiu Pen’in algıladığı biçimiyle, evrenin
belki tamam olmayan, ama doğru bir görünümüdür.
Newton’la Schopenhauer’in
tersine, atanız mutlak bir zamana inanmıyordu.
Sonsuz zaman dizilerine, gittikçe büyüyen,
baş döndürücü bir hızla birbirlerine kavuşup ayrılan parelel
zamanların oluşturduğu bir ağa inanıyordu.
Yüzyıllar boyu birbirine yaklaşan, çatallanan, sekteye uğrayan, ya da birbirlerinden habersiz zamanlardan
örülen bu ağ, bütün olasılıkları
kucaklamaktadır. Biz bu zamanların bir çoğunda var olmayız; ben olmam;
ötekilerde ben var olurum, siz olmazsınız; başkalarında ne siz, ne de ben
var olmayız. Talihin yüzüme gülüp de sizi karşıma çıkardığı şu içinde
bulunduğumuz zamanda evime geldiniz; bir başkasında, bahçeden geçerken
cesedimi buldunuz; yine bir başka birinde, aynı sözleri söylüyorum ama, ben
bir aldatmaca, bir hayaletim.
“Her birinde” dedim, sesimin titremesine engel olamayarak, “Size teşekkür
borçluyum ve
Tsui Pen’in bahçesini eksiksiz
bir biçimde kurduğunuz için size büyük saygı duyuyorum”. “Hepsine değil”
diye mırıldandı gülümseyerek. “Zaman,
sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor. Bunlardan
birinde ben de sizin düşmanınızım”. Sözünü ettiğim kıpırdaşma bir
kere daha geçti içimden. Evi çevreleyen ıslak bahçe sonsuz
sayıda insanla dolup taşıyordu sanki. Bu kişiler Albert’le
bendik;
başka
zaman boyutlarında aldığımız türlü
biçimlerde gizli ve etkileyici idik. Gözlerimi kaldırdım; o zar inceliğindeki
karabasan çözülüp yok oldu…”
Din ile bilimi
birleştirip, hem bir İslam alimi ve
hem de (Cantor ve Hilbert ile birlikte) Dünya’nın sayılı üç sonsuz ötesi matematikçisinden biri olan Jorge Luis Borges’in çalışmaları, F. Merrel’in, “Unthinking
Thinking: Jorge Luis Borges,
Mathematics and New Physics” (Düşünülmeyen
Düşünce: Jorge Luis Borges, Matematiği ve Yeni Fizik) adlı yayınında (K92) ayrıntılı
olarak ele alınmıştır.
“İç
içe girmiş binlerce nedenin sonsuz, aralıksız akışına kader” diyen
Borges, aynı zamanda çok iyi bir karadelik uzmanıdır. Ayrıca, Kur’an,
Tevrat ve İncil üzerinde yaptığı
uzun araştırmalarla Zig-Zag Öğretisi’ne
büyük yararlar sağlamıştır. Bir taraftan, Zig-Zag
mensupları arasında, KMA olarak,
teori dağıtımında koordinatörlük görevini
yerine getirirken, diğer taraftan, seçme bilim adamlarına, “İslam’a
Çağrı” mesajlarını zamanında ve yerli yerinde göndererek İslamiyet’e
yeni üyeler kazandırmakta çok başarılı olmuştur. “C. M. Allein” adını, İspanyolca “Carlos Miguel Allende” olarak da kullanan Borges, 1986 yılındaki ölümüne kadar bu ismi, Kozyrev’den sonra en uzun süreli kullanan kişidir.
Cenevre’de
(Geneva’da) hayata gözlerini kapayan Borges’in naaşı, Aiberg’in
israrla belirttiği gibi: “Vasiyeti
üzerine, İstanbul’daki Aşiyan Kabristanı’nın
“Bülbül Tepesi” mevkiine (Tevfik
Fikret’in kabrinin bulunduğu bölüme) sessizce
defnedilmiştir”.
Bu konuda Aiberg
ile yaptığımız görüşmeyi ve “Jorge
Luis Borges Center for Studies and Documentation”den
(Jorge Luis Borges Çalışma ve Dokümantasyon Merkezi’nden) aldığımız
yanıtı (E1) daha önce yayınlamıştık.