STEPHEN HAWKING (1942-....)
“Stephen William Hawking” (1942-….) (S49), “başlangıç tekilliğini” bulan, yani herşeyin başlangıcının bir “tekillik” olduğunu ispatlayarak, Dünya’da ilk kez Allah’ı tanımlayan bilim adamıdır. Bununla da kalmamış, “yaratılışı” çözümlemiştir. Yaratılışın tekil olduğunu (Allah’dan geldiğini); maddenin, mini karadeliklerin “sızıntılarından” türediğini kanıtlamıştır.
Hawking’in yaşam öyküsü aslında acılarla doludur (K73). 1942 yılında, Oxford, İngiltere’de doğan Stephen Hawking, Cambridge Üniversitesi’nde öğrenci iken, tedavisi mümkün olmayan “Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS)” (Motor-Nöron Bozukluğu) hastalığına yakalanır ve tüm vücudu giderek felç olur. 1985 yılında konuşma yeteneğini de yitiren ünlü bilim adamı, bugün, sadece iki parmağı ile kullanabildiği özel bilgisayarı aracılığıyla dış Dünya ile iletişim kurabilmektedir.
Dünya’nın
gelmiş geçmiş en büyük fizik ve matematik dehası sayılan Hawking,
bu hastalığa yakalandığında ümitsizliğe kapılır, depresyona girerek
kendini içkiye verir. Ancak,
1963 yılında tanıştığı Jane Wilde
onu hayata geri döndürür. Hawking’in
gizemli kişiliği, Wilde’ı çok
etkilemiştir. İki yıl sonra evlenirler. Hawking
artık ölümü düşünmemektedir; kendini bilime verir. Evlendikten kısa
bir süre sonra, ilk tezlerini oluşturmaya başlar. Evrenin yaratılışı,
1960’lı yılların en çok konuşulan konularından biridir. Bilim adamları,
evrenin düzenli olarak genişlediğini düşünmekte,
ancak yaratılışına bir çözüm getirememektedir. Hawking, o dönemde, evrenin sonsuz
yoğunluktaki tek bir noktadan yaratıldığını
bulur ve bu fikrini, Londra Üniversitesi’nin tanınmış matematikçi ve
fizikçilerinden Roger Penrose’a açar.
Birlikte çalışarak, 1969 yılında,
Einstein’in Relativite Teoremi ile bağdaşan teoremlerini ortaya koyarlar. Einstein’in
zamanı ve mekanı, bu tek
noktada birleşmektedir. “Daha başka
bir deyişle”
1970’li yıllarda tekerlekli sandalyeye oturmak ve yaşamının kalan kısmını orada geçirmek zorunda kalan Hawking, durumuna yine de eskisi kadar üzülmez. Çünkü, geliştirdiği her teori, onu ruhsal açıdan beslemekte, yaşama sevinci vermektedir.
“En
büyük zaferim” dediği Karadelikler Teorisi ilgiyle karşılandığında, “Nihayet kendimi temize çıkardım” demiştir. 1971 yılında, teoremini daha da ileriye götürerek,
karadeliklerin, sadece ölü yıldızların
bir aşaması olmadığını; evrenin başlangıcında, o
süreçte oluşan muazzam güçlere bağlı olarak, mini
karadeliklerin de oluştuğunu açıklar. Hawking’e
göre, sadece bizim galaksimizde, en fazla bir proton
büyüklüğünde, ancak
Everest Dağı kadar da ağır, en az
bir milyona yakın karadelik bulunmaktadır.
Stephen
Hawking’in 1973
yılında ulaştığı şaşırtıcı sonuçlar, inanılmaz bir teorinin başlangıcını
oluşturur: Karadelikler sürekli olarak bazı parçacıklar göndermektedir (Buna,
daha sonra Hawking Işıması adı verilmiştir). Bu durum, karadeliklerin, zamanın
Einstein’in başarısı, sadece kuantum fiziğine olan katkıları ve Relativite Teoremi ile sınırlıdır. Hawking, mini karadeliklerin ve kara boşlukların astronomisini oluşturmuş ve bu astronomi sayesinde, bilim tarihinde ilk kez, Relativite, Kuantum ve Birleşik Alanlar Teorileri’ni tek bir teoremde biraraya getirerek, evrenin karmaşık yaratılışını çözümlemiş ve bunların tamamını geliştirerek, yaratılışın bir “Tekillik” (Allah) tarafından başlatıldığını ispatlamıştır (K75).
Uzay-zaman konusunda herkesin anlayabileceği bir kitap yazmayı kafasına koyan Hawking, bu amacını 1988 yılında yayınladığı, “The Brief History of Time” (Zamanın Kısa Tarihi) adlı kitabıyla (K73) gerçekleştirir. Aynı yıl içersinde ülkemizde de yayınlanan bu kitap, en çok satan kitaplar listesinde en uzun süre kalarak “Guinnes Book of Records” a girmiştir. Hawking, bu kitabında, “Yaratıcıya ihtiyacımız olduğunu ve insan aklının en büyük zaferinin, Tanrı’nın ne düşündüğünü bilmek olduğunu” söylemiştir.
Hawking, Newton’un kürsüsü olan Lucasion profesörlüğüne layık görülen üçüncü Britanyalı’dır. Ancak, bilim dünyasının bu dev ismine halen bir Nobel Ödülü verilmemesi dikkat çekicidir. Nobel Ödülü, bugüne kadar, İslam aleminden sadece Pakistanlı Profesör Abdus Salam’a (S32) verilmiştir. Buluşları ile Einstein’ı kat be kat geçen Hawking’e, bugüne kadar bir kaç özel Nobel Ödülü verilmesi gerekirken, sadece bazı payelerle geçiştirilmiş olmasının başlıca nedeni, onun gizli de olsa Müslüman olmasından iyice kuşkulanılmasıdır (Aiberg’in bu notları yazdığı tarihten 12 yıl sonra bile, içinde bulunduğumuz 2000 yılında, Hawking’e hala bir Nobel Ödülü’nün verilmemiş olması dikkat çekicidir). Gerçekten, Hawking, Müslümanlığını şimdilik açıklamaktan kaçınmakta; ancak Zig-Zag Öğretisi mensuplarına gönderdiği özel mesajlarda, bunun diğer Zig-Zag yazarlarınca açıklanmasını istemektedir (Bu istek, Aiberg’in kitaplarında yerine getirilmiştir).
Hawking bir röportajda (G14), “Tanrı kavramını gözardı ederek, evrenin başlangıcından söz etmek zor olur. Evrenin yaratılışı üzerindeki çalışmalarım, bilim ve din arasındaki bir çizgidedir. Fakat ben bu çizginin bilim tarafında kalmaya çalışıyorum” demiştir. Onun bu tercihi, Tanrı arayışını okuyucuya empoze etmek yerine, bilimin gerçeklerini onlara dolaysız sunmaktır. Eğer Hawking, kitaplarında, Allah, Kur’an ve İslamiyet’ten söz etseydi, bunu empoze kabul edebilecek ön fikirli Batı toplumunda belki de hiç okunmayacaktı. Dolayısıyla, onun, arayış içindeki bilim adamlarını ve okuyucularını, “Tanrısızlıktan, Tanrı kavramına” getirmek üzere bir yol izlediği sonucuna varıyoruz.
Allah’ın
kozmik yaratma tekilliğine uzanacak
kadar büyük bir deha olan Stephen
Hawking ve onunla birlikte çalışmalarda bulunan İngiliz matematikçi “Roger
Penrose”
Stephen Hawking’in ateist olmadığı, Tanrı tekilliğini bizzat ispatlamış olması ile apaçık ortadadır. Hıristiyan olmadığını ise, Hawking, bir makalesinde şöyke açıklamıştır:
“1981
yılında, Vatikan’da, Papa’nın
düzenlediği kozmoloji konulu bir
seminere, konferans vermek üzere davet edildim. Konferansta, “Evrenin bir başlangıcı
olduğunu, bir yaratılış tekilliğinden
geldiğini, sınırsız olduğunu
ve bunun da ötesinde, evrenin katları olduğunu
ispatlı olarak anlattım. Fakat, Papa,
herhalde benim konferansa pek fazla kulak vermemiş olacak ki, daha sonra
davetlilerle yapılan görüşme sırasında beni kutlamakla birlikte, Büyük
Patlama’nın oluşumunu ve öncesini
“araştırmamamı” benden özel olarak istedi. Çünkü, ona göre, yaratılış
anı ve öncesi, Tanrı’nın işiydi;
Hawking,
evreni, Arz’dan Arş’a
kadar genişleterek, bilimi Allah’a
ulaştırmış; tek bir evren yerine, (Alemlerin
Rabbi uyarınca) sayısız parelel
evreni bulmuş ve insanlık tarihinde ilk kez, bunu bilimle ispat
etmiştir (K75). Onun bilimiyle, diğer dinlerce öngörülen dünyasallık
olgusu, evrenselliğe dönüşmüş
ve Kur’an’ın yüce boyutlarına
ulaşmıştır.
Stephen Hawking,1995 yılında, Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta, zaman yolculuğu konusunda şunları söylemiştir (G14): “Sizi temin ederim ki, henüz yapan birini görmememize ve olduğunu kanıtlayamamıza rağmen, zamanda yolculuk mümkündür. Evrendeki karadelikler, zaman yolculuğunu mümkün kılabilir. Çünkü, karadeliklerin, gelecekteki uygarlıklar tarafından kullanılabileceği yolunda “ciddi iddialar” ve “bulgular” var.”
Hawking’in bu sözleri, yazarımız Aiberg’in, “Gelecekten gelen zaman gezmenleri Dünya tarihini değiştirmiş olabilirler” tezini destekler, hatta doğrular niteliktedir. Çünkü, Hawking, bu konuda “ciddi iddialar” ve “bulgulardan” söz etmektedir.
Aynı
konferansta, “Zamanda yolculuk mümkünse, niçin kimse gelecekten gelip, bize
Hawking,
bu konferansta, Kuantum Teoremi ile
ilgili olarak da şöyle bir örnek verir: “Bir
an için, enerjiyi para olarak düşünün. Eğer bankadaki hesabınızda para
varsa,