YOLDAŞIM HIZIR’A SORDUM: “BU NE İŞTİR? BİLMEM İLMİM KAFİ GELMEZ” DEDİ 

Hızır Tezkiresi’nin bundan sonra sunacağımız bölümü, “Cebel” sırrının çözümünün beklenen işaret olması üzerine, bunun karşılığında gönderilen yeni Tezkire metinlerini içermektedir. Bu metnin tamamı Arapça olup, Türkçe’ye çevirerek sunuyoruz:

“Ben alim değil, arifim. Bana müşahede ve mükaşefe ettirileni tarif ederim. Alimin gördüğü, arifin gösterdiği olmazsa, ne arif gördüğünden bir şey anlar, ne de alim gösterdiği şeyden imana gelir. Arif görür, ancak gösteremez; alim ise görmez, ancak gösterir. Ben alim olmadığım için, Allah bana marifet ve keramet yanında, alimlere irşad etmeyi de öğretti. Ben gördüklerimi yazarım; “Gariplerim” de yazdıklarımı görürler. İkisi birleşince, Kur’an “tefsir” olur. Böylece, her iki taraf da birbirlerinin yardımı ile “gerçeği” bulmuş olur. O zaman, veli biraz alimliğe, alim de biraz veliliğe yaklaşmış olur. Eğer alim “korkmasaydı”, veli de olurdu. Veli olunca da takvaya yönelir, ilmi bırakırdı. Bunu da Allah istemezdi. Allah, kendi “El-Veli” ismi için velileri, “El-Alim” ismi için de alimleri yarattı. Veliye sevgiyi, alime korkuyu verdi.  

Yunus Suresi’nin 61. ayetindeki “Ne gökte, ne de yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey, Allah’tan gizli değildir” ilahi kelamının sırrı, evrenin yer ve göklerinin “zerrelerden” oluştuğudur. Bunlar o kadar küçük zerrelerdir ki, gözle görülmesine imkan yoktur. Bizim bulunduğumuz Somut Alem’in yapıtaşları olan bu zerreler, kah “ziyadar”, kah “zımnidir”. Zımni olanı, göklere ayrılmış; gökler, karanlık ve boşluk olmuştur. Ziyadar olanı ise, Güneş’e, Dünya’ya, yani arz olan her yere dağılmıştır. Cisimler ve madde, o zerrelerdir. Zerreler, “cam kırığı” gibidirler; ancak “iğne” gibi uzun, “ağ ipi” gibi de esnektirler. Üstten bakıldığında, “nokta” gibi görünürler. Alemleri gezen kişi ise, onları, “ışıklı, iğneli, cam kırığı” ve “ip” gibi gözlemler. İşte bu zerreler kümeleştikçe, cisimler, gezegenler ve yıldızlar ortaya çıkar.

Yoldaşım Hızır ile alemleri gezerken, biz, zerrelerden daha “küçüldük”, ya da zerreler çok “büyüdü” ve biz içine rahat sığar olduk. Bir devesa “hortumun” içinden geçtik ve “Sur Borusu”nun hemen ağzından çıktık. Bir de gördük ki, alemin, Kainat’ın kendisi bir “zerre noktası” kadar kalmış aşağıların dibinde. Yoldaşım Hızır’a sordum: “Bu ne iştir? Bilmem, ilmim kafi gelmez” dedi. Sonra, “Alimden gayrısı, veli veya peygamber bile olsa, bana soru sorulmaz; ancak ben sorarım, sen cevabını verirsin” diyerek beni payladı. Peşinden, sorusunu sordu: “Zerreden küçük ne vardır?” Ben değil, dilim cevap verdi: “Bütün Kainat zerreden küçüktür”. Hızır dostum tekrar sordu: “İçinden geçtiğimiz hortum neydi?” Ben cevap verdim: “Şahdamarı’ydı, Kainat’ın Şahdamarı idi. Allah “oradan” yakındır insana; çünkü, zerrenin “en küçüğü”, aynı zamanda “en büyüğüdür”. Gözden uzak, görünmeyen “en büyük” ile, göze gözükmeyen “en küçük” aynı şeydir. Birinde mesafe afaki, düğerinde enfüsi (içsel) dir. Küçük ile büyük, uzak ile yakın “birdir”. Yoldaşım Hızır tekrar sordu: “Onlar nerede birdir?” Ben cevabımı verdim: “Levh-i Mahfuz’da birdir. Ezelde onlar takdir edilmiş, “kütüğe” kaydedilmiştir. O “kayıttan” başka bir ihtimal yoktur ki, Allah’ın vaadi, kaderi, takdiri, ölçüsü sonradan değişsin”. Bunun üzerine, Hızır bana dedi ki: “Bunların sana yararı yoktur. Bunların sadece alimlere yararı vardır. Onlara “naklet”, bir daha da soru sorma.”

Hızır Tezkiresi’nde, Hazreti Hızır ve Bağdadi’nin, kuant tünellerinden içeri girerek, Sur Borusu denilen en büyük bileşke tünele ulaşmalarından sonra, Gayb Alemi, (Ervah) Alemi, Mana Alemi, Misal Alemi ve Mücerret  (Soyut) Alem’den kat kat geçerek aşağı inişleri anlatılmıştır. Misal Alemi ile bizim bulunduğumuz Ecsam (Cisimler) Alemi’nin tam birbirine değdiği yerde, Bağdadi’nin “Yarım mücerret, yarım müşahhas” dediği, (üçte bir somut, üçte iki soyut) Hudut Alem (Sınır veya Teğet Evren) başlamaktadır. İşte bu noktada, beklenen işaret alındığından, Halidi’nin Doğulu emanetçisi tarafından, Tezkire’nin yeni bir bölümünün mührü açılmıştır. Şimdi, kuarklarla ilgili olduğu kesinleşen bu yeni bölümü, Arapça aslından çevirerek sunuyoruz:

“Somut Alem’in bittiği yerde, “yarı somut” (tardyon) ve “yarı soyut” (takyon) bir alemi, Yoldaşım Hızır’ın kılavuzluğunda gezdim. Somut Alem, “niceliğe” (kuantum: nicelik) dayanır. O “kalıcı” alem ise, “niteliğe” dayanır, geçici değildir. Yoldaşım Hızır’ın keşfime açtığı bu olağanüstü alem “yarı-soyut” olduğundan, hem “isimlere”, hem de “sıfatlara” sahiptir. Ardındaki alem (Takyon Evreni ve Süper Uzay), tümüyle “soyut” olduğundan, oranın sıfatı yoktur. Orada, sürekli “isimler” danseder ve Allah’ın adını anarlar.”

Aiberg’in kitaplarında, Süper Uzay’da hiç bir nesnenin sıfatının olmadığı, orada sadece sürekli hareket halinde olan geometrik-dinamik bir yapının bulunduğu; bu yapının isimlendirilebileceği, ancak herhangibir sıfatla nitelendirilemiyeceği belirtilmiştir. Misal Alemi’nin alt katı olan bu Hudut Alem, yarı somut, yarı soyut olup, bizim Somut Alem’imize teğet, bir geçiş, bir ara faz bölgesidir.