“TA-HA” VE “YA-SİN”

Hızır Tezkiresi’nin takip eden bölümü, Arapça’dan çevrilerek aşağıda özetlenmiştir:

“Giderken farkına varmadığımız, dönüşte dikkatimi çeken, yarı somut, yarı soyut “evrenin” birbirine değdiği, hassas ve kıl kadar ince ara bölgede, “Ta-Ha” ile “Ya-Sin”, birbirleri ile, “1/3”, ya da” 2/3” oranlarında birleşmek zorunda kalıyorlardı. Çünkü, onları bir yandan, “tardiyyun” (tardyon), öte yandan “tahayyun” (takyon) birbirlerine perçinliyor ve ister istemez birleşerek bir “zerrecik” oluyorlardı. Bunlar, iki alemin arasında sanki kahverengi taştan yapılmış bir duvar, bir su bendi gibiydiler. Bu kahverengi taş duvar olmasaydı, “Nur” bu evrene hücum eder ve yakardı.  O duvar, her iki evrenin ortak katkısı ile oluşmuştur ve çok gereklidir. Somut Alemi, öbür aleme “kaçmaktan”; öbür alemdeki “Nur”u da bu tarafa gelmekten koruyor. O duvarın adı. “Kuvve”dir. Rengi de kahverengidir. “Kuvve”ler kısmen somut taneciklerdir, kısmen de değildir. Fakat, “Nar” ve “Nur”, birbirlerine sadece bu (yarı takyon, yarı tardyon) “teğet” bölgede (işbirliğine) zorunludurlar. Onun dışında, birbirlerinden bağımsızdırlar."

Tezkire’nin yukarıda özetlediğimiz Arapça bölümünden sonra, takip eden bölümü Osmanlıca olup, bu bölümü de aynen aşağıda sunuyoruz:    

“… Ol Alem-i Mücerreteyn dahilinde “Ha”, haram mensebesinde memnudur. Alem-i Mücerrereyn tekmil “Nur”a gark kılınıp, Alaim-i Sema’nın eflatun, zifir mai, mai yeşil renklerinden terkip edilmiştir. Nur, alevli, harlı değildir; lakin her kim temas etse, kavurmaz, alevsiz, ziyasız Esir-i Nevra neşreder. Maddi Ecsam Alemi’nde, ol Nur, zerre-i noktaya mahbustur. “Nar” ise, lal, narenciye, sarı alevle yanar. Ziyası mevcut olup, temas edeni kavurur. Yarım müşahhas, yarım mücerret ol Hudut Alem’de, her iki alevden mürekkep, melez ve acib bir alev hülasası daha mevcuttur. O alevin terkibi, Nar ile Nur’un “üçe” taksim edilip, “bir” veya “iki” bölüğü yekdiğerine giriftardır. Nar ile Nur yekdiğerine cem edildiğinde, Alem-i Hudut’da yegane renk kahve ziyasıdır. Ol acib kahverengi ziya, ne müşahhas, ne mücerret alemlerde mevcuttur; ol Hudut Alemi’ne mahsus renktir. Her iki alem de, o kahverengi alevi ebyad zan eyler. Hakikatte kahverengi olduğunu, hududa vasıl olup nazar eden idrak eyler, hayrettir. Maddenin merkezi dahi ol kahverengiyle itmam kılınmıştır. Ol kahverengi, biri lal, biri sarı Nar’dan ve üçüncüsü, mai Nur’dan cem ve terkip edilmiştir. Alem-i Hudut’da, sıfattan bir kısım ol alevin kahverengine tekabüle muvaffaktırlar. İsimler, “Kuvve-i Kudret”tir. Sıfat, letafettir. Ol letafet sıfatını, tali sıfatlarla tarif etmek elzemdir. Onların cümlesi “24” tali sıfattır: “Acib”, “Nefis”, “Cahih”, “Cazip”, “Ahsen”, “Sefil”, “Üla”, “Zemin”, “Zirve”, “Hürr”, “Latif”, “Zarif”, “Hafif”, “Tariv”, “Şakiv”, “Ram”, “Duçar”, “Meftun”, “Zeki”, “Akil”, “Halim”, “Masum”, “Suhul”, “Zemherririye” tarifi lazımdır. Cem’an “24 kuvve” halk olunmuştur ki, o kuvveye de Anasır-ı Erbaa keyfiyeti sebebiyle, “dört” harf-i tarif kifayet eyler. Hurufat, “Ta”, “Ha”, “Ya”, “Sin”den ibarettir. Cem’i cümlesi “28”e tekabül eyler kim Huruf-u Elifba’nın tamamıdır. Topyekün zerre nüvesi, ol “24 kuvve” ve “dört elemandan” müteşekkildir. Bu kuvvelerin “3” adedi bir “nüve” peydah eder. Kim kuvveler sarı, lal ve mai olup, nüve kahverengidir. Lakin, maade renklerin tefriki gayri kaabildir. İki taraftan ebyad intibaı verirse de, hakikatte kahverengidir…”

Şimdi yukarıdaki metni sadeleştirerek Türkçe açıklamasına girelim:

“O Soyut Evren içinde, “Nar” haram derecesinde yasaktır. O Soyut Evren’de asla ateş yoktur, (orası) tamamen Nur’a (Sonsuz Özenerji’ye) boğulmuştur. Nur, gökkuşağının mor, lacivert, mavi ve yeşil renklerinin karışımından oluşur. Nur, alevli, sıcak ve ışıklı değildir (Sıfat olmayan yerde soğuk-sıcak da olamaz). Ona kim değse kavrulmaz. Gün ışığı gibi değil, “esiri-aura ışıma” (fluoresans gibi soğuk aydınlık) yayar. Somut Evren’de, o Nur, noktasal zerrelere (taneciklere) hapis olmuştur. Nar (ateş) ise, kırmızı, turuncu ve sarı bir alevle yanar. Işığı vardır ve değeni yakar. Yarı somut ve/veya yarı soyut o Hudut Alem’de, her iki tür alevden(Nar ve Nur’dan) birleşik, melez, olağanüstü bir “alev özü” vardır. O alevin terkibi, Nar ve Nur’un “üçe” bölünüp, “bir”, ya da “ikisinin” birbirine karışımıdır.  Nar ve Nur’un bu kesirleri toplandığında, o Hudut (yarı somut, yarı soyut) Alem’de, bir tek rengi, kahverengi ışığı oluştururlar. Bu kahverengi ışığı, ne bizim Somut Evren,(kendi taraflarından bakınca) “beyaz” renkte sanırlar. Gerçekte, hududa ulaşan, onun (beyaz değil), aslında kahverengi olduğunu şaşkınlıkla görür. Maddenin merkezi de, o kahverengi renkle tamam edilmiştir. O kahverenginin bileşenlerinde, Nar’ın kırmızı ve sarı, Nur’un mavi renginin katılımı vardır (Gerçekte, doğada kahverengi renk olarak bulunmakla birlikte, asla doğal kahverengi ışık yoktur). Hudut Alem’de, sıfatlar ve isimlerden “bir” ve “ikisi”, “üçe” tamamlanıp kahverengi olurlar. İsimler, “kuvve” (kuvvet) kudretidir; sıfatlar ise letafettir, O letafeti ikincil sıfatlarla tanımlamak gerekir. Onların tümü “24 sıfattır”: Bunları, “Acib” (Strange), “Nefis” (Savour), “Sahih” (Truth), “Cazip” (Charm), “Ahsen” (Beuty), “Sefil” (Down), “Ula” (Up), “Zemin” (Bottom), “Zirve” (Top), “Hürr”(Freedom), “Latif” (Fine), … diye nitelendirmek gerekir. Toplam 24 “kuvve” (kuark) yaratılmıştır ki, bunları açıklamaya dört harf yeterlidir. Bu harfler, “Ta”, “Ha”, “Ya”,(kuark) ve “dört” unsurdan kuruludur. “Üç tane kuvve” bir çekirdek ortaya çıkarır ki, bu kuvveler(kuarklar) sarı, kırmızı ve mavi renkte, çekirdek ise kahverengidir. Ancak başka renklerin ayırt edilmesi mümkün değildir (Kahverengi karışım içinde diğer renkler ayırt edilemez). İki yandan (Tardyon ve Takyon Evrenleri’ndeki varlıklar baktıklarında) beyaz izlenimi verir, ancak gerçekte renk kahverengidir.”

Hızır Tezkiresi’nde belirtilen kuarkların, “güzellik, çekicilik, lezzet” gibi sıfatlarla tanımlanmaları dikkat çekicidir. Ancak, bu sıfatların 1800’lü yıllarda konulmuş olması, isimlendirme ve sıfatlandırmanın bir tesadüfler mekanizmasının elinde olmadığını, bunun ilahi ve kozmik güdümlerle yapıldığını göstermektedir. Tıpkı yeni doğan çocuğa verilen ismin, aslında ezelde ,“Levh-i Mahfuz”da yazılı olması gibi, çeşitli bilimsel buluşların, bu arada kuark derecelendirmesinin ve isimlerinin çok önceleri konulduğunu, hem Hızır Tezkiresi’nin içeriğinde ve hem de daha önce sözünü ettiğimiz James Joyce’un eserlerinde (acib-strange, cazip-charm, ahsen-beauty, sefil-down, ula-up, zemin-bottom, zirve-top, …) görmekteyiz.   

Hızır Tezkiresi’nden anlaşılabileceği gibi, Kainat’ın soyut (Nur) tarafı, gökkuşağının soğuk (mor, lacivert, mavi) renklerini; somut (Nar) tarafı ise, sıcak (sarı, turuncu, kırmızı) renklerini almıştır. Aradaki Hudut Alem’de ise, gökkuşağında yer almayan, kahverengi ışınlar bulunmaktadır. Öyle ki, bizim evrenimizde veya Soyut Evren’de (Mücerret Alem’de) bulunanlar, kendi taraflarından baktıklarında, bu Hudut Evren’i beyaz olarak algılıyorlar; ancak tam oraya gidildiğinde kahverengi olduğu anlaşılıyor. Bu Hudut Evren’de, ayrıca, yine kahverengi Kaf Sıradağları bulunuyor.

Tezkire’nin bu metninin Zig-Zag birimlerine ulaşmasından sonra, yukarıda açıklanmamış olan renk dinamiği sayesinde, o güne kadar tıkanmış olan “Kuark-Gluon Teoremi”nin çözümlenmesi mümkün olmuştur. 11. KMA Jorge Luis Borges’in “Carlo M. Alano” imzası ve ikinci imza olarak “Heiberg” adıyla gönderilen KMA mektuplarıyla gerçekleştirilen bu “Chromodynamics” (Renk Dinamiği Kuramı), bilim dünyasında hemen kabul görmüştür. Bu konunun ayrıntılı açıklamasına girmiyoruz. Girdiğimiz takdirde, içeriğindeki teknik ayrıntılar nedeniyle asıl konumuzun dışına çıkmış oluruz. Okurumuz, bu konunun ayrıntılı açıklamasını Aiberg’in eserlerinden izleyebilir.

Kuarklar’ın  bazıları deneysel olarak bulunmuş, bazılarının varlığı ise sadece matematiksel olarak ispatlanmıştır. Örneğin, “S” (Strange) ve “B” (Bottom) kuarkları, hızlandırıcılarda deneysel olarak bulunmuşlardır. Diğer taraftan, Kur’an’ın Cin Suresi’nde geçen ve “Şıhab” denilen kozmik parçacıkların bünyesindeki “T” (Top) kuarkı, sadece matematiksel olarak ispatlanmıştır. Zig-Zag Öğretisi’nin öngördüğü bu kuarkın deneysel olarak saptanamamasının nedeni, çok yüksek enerji gerektirmesidir. Şu sıralarda, kalan kuarklar, SCS hızlandırıcıları ile yapılan çeşitli uygulamalarla deneysel olarak da kanıtlanmaya başlanmıştır. İşin ilgiç yanı, aldıkları isimlerin, bundan 150 yıl önce Bağdadi ve daha sonra Joyce tarafından açıklamış olmasıdır.