“ZAMAN”IN EFENDİSİ

Bilimsel ayrıntılara girmeden açıklamaya çalıştığımız Hızır Tezkiresi ve Zig-Zag Öğretisi’nin yukarıdaki bölümlerinden sonra, sanırız artık sıra, bütün bu bilimlerin kaynağı, “Zaman”ın Efendisi “Hazreti Hızır”a gelmiş olmalıdır:

Öğretimizin kurucusu olan Hazreti Hızır, kendisine Allah katından ilim verilmiş olan ve bu ilimle her çağa ulaşabilen bir “zaman gezmeni”dir. 5000 yıldan beri, Afrika’ya, hatta Endonezya’ya kadar uzanan bir coğrafyada, kendisinin diri olarak görüldüğüne dair söylentiler vardır. Öyle ki, bir zamanlar, Hindistan’daki İngiliz makamlarının bir bilim kurumuna verdikleri raporda, “Bir görülüp, bir kaybolan kişi” diye sözünü ettikleri bu kutsal kişinin, ülkemizde de varlığını ileri süren bir çok kişi olduğu bir hayli dillerdedir. Biliyoruz ki, bu konuda çağlar boyu Türk halkının dilinden düşmeyen sayısız olgu vardır.

Kur’an’ın Kehf Suresi’nin 65. ayeti şöyledir:

"Orada kullarımızdan öyle birini buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lutfumuzdan bir ilim öğretmiştik.”

Hazreti Hızır’ın adı, Kur’an’ın hiç bir yerinde geçmez. Ancak onun ismi, tüm gerçek hadislerde bol bol zikredilmiştir. Adının Kur’an’da geçmemesiyle ilgili olarak, Hazreti Hızır, Hızır Tezkiresi’nde şöyle demektedir:

“Rabbimiz bile, kendine, bencilce “Ben” demezken, Zat-ı Şahane’sinden “O” diye söz ederken, eşsiz olmasına rağmen “Biz” derken, benim ismim nedir ki, ne haddime!”

Kitab-ı Mukaddes’de “Melki-Sedek” (K12) ismi ile anılan Hazreti Hızır’ın zaman gezmenliği hakkında, Kehf Suresi’nde çok önemli bilgiler yer almaktadır. Bundan önce, A. C. Akıncı’nın, 1995 yılında yayınlanan, “Hızır’ı Arayan Peygamber” kitabından (K1) özetlediğimiz bir bölümü sunalım:

Musa, İsrailoğulları için hutbeye kalktığında, kendisine, “İnsanların en bilgini kimdir?” diye sorulur. O da, “En alim benim” diye cevap verir. Ancak, ilmi, “Allah bilir” diyerek Allah’a havale etmediği için, Allah ona hitap eder ve “İki denizin birleştiği yerde, kullarımdan biri var. O, senden daha alimdir” diyerek vahiy eder. Musa: “Rabbim! Onu nasıl bulabilirim?” dediğinde, Allah: “Bir balık al, zembile koy, balığı nerede kaybedersen, işte senden daha alim olan kulum oradadır” der. Hazreti Musa söyleneni yapar, yanına muhafızı Yuşa’yı alarak yola koyulur. Yanlarına aldıkları cansız balık nerede kaybolursa, bu olay Hazreti Hızır’ın orada olduğunun işareti olacaktır.”

Bundan sonrasını, Kehf Suresi’nden izleyelim:

“Bir zamanlar, Musa, genç dostuna şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere (kadar, aradan) uzun yıllar da geçse hiç durmadan yürüyeceğim (Kehf-60).”

“Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balığı unuttular. Bunun üzerine, balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu (Kehf-61).”

“Orayı geçip gittiklerinde, Musa, genç arkadaşına dedi ki: “Hadi getir şu sabah yemeğimizi, vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey (sıkıntı) çektik (Kehf-62).”

Yemeğe oturdukları sırada, muhafızı, balığın zembilde olmadığını görür.

“Genç adam: “Gördün mü? Hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı unuttum. Onu bana unutturan Şeytan’dan başkası olamaz. Balık, denizin içinde acayip bir şekilde yolunu bulup (gitti)” dedi (Kehf-63).”

Gerçekten, zembildeki balık bir süre önce “canlanarak” denize atlayıp gitmiş, her ikisi de farkına varmamışlardır.

“Hazreti Musa: “Arayıp durduğumuz işte o idi” dedi. Bunun üzerine, kendi izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler (Kehf-64).”

“Orada (geriye döndükleri yerde), kullarımızdan öyle birini buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lutfumuzdan bir ilim öğretmiştik (Kehf-65).”

“Musa, ona (Hazreti Hızır’a): “Sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?” dedi (Kehf-66).”

(Hazreti Hızır:) “Doğrusu, sen benimle beraberliğe dayanamazsın (Kehf-67). Havsalanın alamadığı şeye nasıl dayanacaksın?” dedi (Kehf-68).”

“Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın; hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim” dedi (Kehf-69).” 

(Hazreti Hızır:) “Eğer bana tabi olursan, ben söz açmadıkça, bana hiç bir şey hakkında soru sorma” dedi (Kehf-70).”

(Böylece, her) ikisi birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra, bir gemiye bindiklerinde, (Hazreti Hızır) o gemiyi (bir balta ile) deldi. Musa: “İçindekileri boğmak için mi deldin gemiyi? Vallahi korkunç bir iş yaptın” dedi (Kehf-71).”

(Hazreti Hızır:) “Ben sana demedim mi? Benimle beraberliğe asla dayanamazsın” dedi (Kehf-72).”

“Musa: “Unuttuğum için beni azarlama. Bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma” dedi (Kehf-73).”

“Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir erkek çocuğa rastladıklarında, (Hazreti Hızır) tuttu, o çocuğu öldürdü. Musa: “Tertemiz bir canı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha! Vallahi çok kötü bir iş yaptın” dedi (Kehf-74).”

(Hazreti Hızır:) “Ben sana demedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın” dedi (Kehf-75).”

“Musa. “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana yoldaşlık etme. Benim artık ileri sürecek bir mazeretim kalmadı” dedi (Kehf-76).”

“Yine yola devam ettiler. Biraz sonra bir şehire geldiler. Şehir halkından yemek istediler. Ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmak üzere olan bir duvara yaslandılar. Genç adam (Hazreti Hızır) tuttu, o duvarı onardı. Musa: “İsteseydin bunun karşılığında bir ücret bile alırdın” dedi (Kehf-77).”

(Hazreti Hızır:) “İşte bu (sözün, artık) bizim ayrılmamız gerektiğini gösteriyor. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım” dedi (Kehf-78).”

“Gemiden başlayayım. O geminin sahipleri yoksul kişilerdi. Ben o gemiyi hasarlı hale getirmek istedim. Çünkü, yakınlarda (hüküm sürmekte olan) bir kral vardı; tüm (sağlam) gemilere el koyuyordu (Kehf-79).”

“Çocuğa gelince, onun ana-babası çok mümin kimselerdi. Çocuğun (ilerde) onlara azgınlık ve nankörlük etmesinden korktuk (Kehf-80).”

(Böylece) istedik ki, Rabb’leri, onlara, (o çocuğun yerine) daha temiz ve daha merhametlisini versin (Kehf-81).”

“Duvar ise, o şehirde yaşayan iki yetim çocuğa aitti. (Duvarın) altında o çocuklara ait bir define vardı. Çocukların babası da barışsever bir kişi olarak yaşamıştı. Rabb’in, o çocukların, rüştlerine ermelerinden sonra, Rabb’inden bir rahmet olarak o defineyi çıkartmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü budur” dedi (Kehf-82).”

Kehf Suresi, görüldüğü gibi, (ismini anmasa da) Hazreti Hızır’ın zaman gezmenliğini apaçık anlatmaktadır. Hazreti Hızır, burada, en azından 30-40 yıllık ileri bir tarihten, geçmişe müdahele edip, geleceğin yeniden düzenlenmesi amacıyla geri gelmektedir. Kehf Suresi’nde anlatılan bu olay, çeşitli hadisler ve eserler dikkate alınarak hazırlanan, A. C. Akıncı’nın yukarıda belirttiğimiz kitabında (K1) ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

Hazreti Hızır’ın ilminin kaynağı, Ta-Ha Suresi’nin 114. ayetinden kaynaklanır. Bağdadi, Hızır Tezkiresi’nde, Hazreti Hızır’ın ağzından şöyle demektedir:

“Sadece “Rabbim ilmimi arttır” diyebilir, karşılığını da alabilirdim. Ancak, “Rabbim ilmini arttırdıklarının sayısını arttır” dediğim için, bana, bir ilahi Levh-i Mahfuz katının ilmi verildi. Ben zamanda değil, zaman bende gezer. “Rakim”im ile dilediğim zamanı seçer, “Kehf”im ile orada var olur, bir ecir (ödül) istemeden, sadece merhametle ve rahmani olarak Allah reyi ile zamana sahiplenir ve olaylara hükmederim.”

Hazreti Hızır’ın belirli bir yaşının olmadığını, hangi çağdaysa o çağın yaşı ve görüntüsü içinde olduğunu, yani çocuk veya yaşlı olabileceğini belirtelim. Mizacı ve ruhsal yapısı son derece mütevazi, çok barışsever ve sevgi doludur. En bariz özelliği, aşırı merhametli yapısıdır.

Hazreti Hızır hakkında, Kur’an’da dolaylı olarak “kitabi bilim sahibi” olduğundan söz edilmiştir. Bu sözler, onun, geleceğin çok ileri teknolojilerini “geçmişe naklettiği” şeklinde yorumlanmalıdır. Kehf Suresi’nin 65. ayetindeki, “Katımızdan bir bilim öğrettiğimiz” sözleri büyük bir sırrı yansıtır: Hazreti Hızır, ilmini, Arş’ın, Levh-i Mahfuz’un bulunduğu, “Zeğ-Zağ” katından almıştır.

Hazreti Hızır’ın, binlerce yıldır peygamberlere eşlik ederek, sırasıyla Musevi, Hıristiyan ve sonuncu olarak da dinimizin hizmetini üstlendiğini ledünni (kriptolojik gizli) bilimler bildirmektedir. Hazreti Hızır, “dört kutsal kitabın” ve bir kısım “suhuf”un indirilmesinde hazır bulunmuştur. Bu kitaplar, Hazreti Musa’ya indirilen “Tevrat”, Hazreti Davud’a indirilen “Zebur”, Hazreti İsa’ya indirilen “İncil” ve Hazreti Muhammed’e indirilen “Kur’an”dır.

İslam kriptolojisi, “Hazreti İsa yeryüzüne döndüğünde, Hazreti Hızır’ın onunla buluşacağını, “Deccal”a karşı savaşacağını, ancak Deccal tarafından şehit edilerek, 7000 yıldan beri beklediği Hakk’ın rahmetine kavuşacağını” yazmaktadır.  

Ledünni bilgilere göre, “Her çağın dirisi Hazreti Hızır, bugüne kadar, adları gizli tutulan dokuz “İslam müceddidi”ni eğitmiş ve İslam’ın “Asr-ı Saadet” dönemini 313 “mürselin”e nakletmiştir. Bu İslam müceddidlerinin dokuzuncusu “Hazreti Mehdi” olacaktır (“Müceddid”: Yenileyen, yeniden şekil veren kimse demektir. “Mürselin” ise, “mürsel”in çoğuludur. Gönderilmiş olan kimse demektir. Örneğin, Hazreti Muhammed’e, “Seyyid-ül Mürselin” denilirdi).   

Bu konuyla ilgili bir hadis de şöyledir: “Çeşitli beldelerden “yedi alim”, birbirlerinden habersiz olarak gelip, Hazreti Mehdi’ye biat edeceklerdir. Bu alimlerden her birine de “310 küsur kişi” biat etmiştir.” 

Aiberg’in belirttiği gibi, Zig-Zag Grubu’nda bugün 310 Batılı bilim adamının bulunması acaba bir raslantı midir? Yoksa, hadiste bildirilenler mi gerçekleşmektedir?

İlminin bir kısmını emaneten verdiği Mevlana Halid-i Bağdadi, Hazreti Hızır’ın yardımcılığını yapmıştır. Hazreti Hızır’ın, “Kırklar Meclisi”nin ve 313 mürselinin başkanı olarak yazdırmış olduğu tezkireler, Bağdadi’den sonra, “kuşaklar boyu” öğrencilerine devrolmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu tezkireler, KMA müstear adlı bir liderin gözetiminde, Batılı Müslüman bilim adamlarınca, bilimsel buluşlara çevrilmektedir. Sonunda, bu kutsal emanet, dokuzuncu ve sonuncu müceddid “Hazreti Mehdi”ye iletilecek ve Al-i İmran Suresi’nin 104. ve 114. ayetlerinde belirtilen, “Doğu ve Batı Müslümanlarının birleşmesi” sırrı başarılacaktır.