Hans von Aiberg'in Diğer Yazıları
Etimoloji - Kur’an Dili

“Etimoloji - Kur’an Dili” Yukarı

Etimoloji başlıbaşına bir bilim dalıdır. Çünkü insanların anlaşmasını sağlayan ortak dile yüklenen kavramların/nosyonların ayıklanmasıdır. Örneğin, Türkçe'deki Lütfen sözcüğü... Kökü Latif olan Allah'ın ismidir, lütfetmekten, güzellikle, başa kakmadan, güleryüzle lütfetmekten (Latife) hatta şaka yapmaktan ve estetikten (Letafet, cinsi latif gibi) geçmektedir.

Bir dönem ben bir dergide çalışırken halkımızın nabzını tutmak için bir anket yapmıştık. Sokaktaki adamlara "Lütfen"in anlamını sorduk. Beyoğlunda, İstiklal Caddesinde "Aldığımız bin yanıttan" sanırım beşte-dördü lütfeni şu anlamda algılamışlardı. Sorduklarımızın yüzü asılıyor, kaşları çatılıyordu ve elleriyle sizi iter gibi yaparak, bir ön uyarı yapıyorlardı, "Lütfen" demek, "Birazdan seni döverim, çek git başımdan" demekmiş... Hatta bir muhabirimize "Lütfeeen" diye saldırmaya kalktı. Çünkü kendindeki agresifliği, kabadayılığı tetikleyen sihirli ve tetikleyici bir kelimeydi. Beni öyle şartlanmıştı, anlamını kendi idrakine öyle yüklemişti. Lütfen'i bir düello gibi düşünüyordu.

Kelimeleri anlamlandıran bizim beynimizdir. Yani sezgilerimiz, algılarımızdır. Etimoloji, şive/ağız'dan başlayarak, lehçe/Diyalekt, kardeş dillere ve akraba dillere hatta ilintisiz dillere kadar analojiler yapar.

Örneğin bizde Merdiven, anahtar gibi Farsça kelimelerin Türk dünyasında karşılıkları vardır. Çağatay lehçesinde Merdiven=Ayakçak'tır. Eldiven=Elkabı'dır (Ayakkabı gibi). Anahtar=Açkı'dır. Don=Donanım ve pantolon (Külot değil, Külot Tumandır). Köynek (Gömlek)=Üste yani belüstüne giyilen donanım. Köybek (Göbek)=Ön alta giyinen donanım, giysi. Köt=Belden aşağı ve arkaya has giyilen donanım, vb. (Kısa kesiyorum, çünkü bunlar Türkiye Türkçesiyle müstehcen sayılıyor. Oysa Özbekçe, Kıpçakça ve Uygurca gibi lehçelerimizi konuşan soydaşlarımız için sıradan günlük laflar)

Türkmenistan'a gittiğinde şunu duyacaksın: "Kötüme don kiyerem"=Altıma pantolon giydim). Sen gülerken o sözü söyleyen soydaş sana şaşıracak ve hatta senin "Cinselliği" vurguladığını sanarak, garip anlamlar çıkaracaktır.

Bu örnekleri şunun için yazdım:
Kelimelere yüklediğimiz anlamlar bizim ŞARTLANMALARIMIZDAN geçer. Yani büyüdüğün çevredeki sözcükleri bir kere beynine nasıl yazmışsan odur. Lütfeeen diyen kişi nasıl ki seninle kavga etmeye hazır barut ise, yüklenen anlamlar da öyledir.

Ne büyük talihsizlik ki: Arapça diye bir dil ile Kur'an indirilirken, vahy edilirken, Resulullah'ın aile ağacı olan Kureyş lehçesi ile değiştirilmiştir. Bunu koruyacak kimse de yoktu, çünkü tüm hafızlar vefat etti... Kureyş lehçesi ise Hz. Osman dönemindeki bir komisyon tarafından kabul edildi ve Zalim Haccac adlı Kureyş'ten ve Ebu Süfyan'ın (dolayısıyla Muaviye ve Yezid'in) yakın akrabası olan biri tarafından harekelendirildi. Kureyşçeye uymayan harfler elimine edildi. 28+1 harfe indirgendi. Yani Türkmen ile Oğuz Türkü'nün arasındaki farka dönüştü... Her lehçe kendi anlamını o kelimeye yükledi. Derin ayrılıklar gözardı edildi. Konu Kur'an olunca diğer kabileler de ses çıkarmadı ve zaman içinde "AYNI BİÇİMDE" düşünmeye başlanıldı.

Bir örnek: Arapça ve Hazrec şivesiyle "Şar" eşarp demekti. Saç ise Hımar idi. Anlamı püsküldür ve organiktir (Mısır püskülü gibi). Şimdi Hımar=Başörtüsü olunca, Şar=Saç olunca buyur Nur-31'inci ayeti çevir bakalım: "Bi Humurihinne..." Başörtülerini... oluyor. Şu don giymek konusu gibi... Bu ünlü yanlışlara çok örnek verilebilir:

1. Türkçe'deki Kar (karbeyaz), Kırağı (Beyazlanmak), Kır (Saçın, sakalın beyazlanması) yani beyaz kelimesi, ğalatı meşhur halinde nosyon değiştiriyor. Türkçe ile Moğolca ayrılırken (Ural-Altay döneminde tek bir dildik) Türkçede KAR kelimesine bir de sonek getirildi ve KAR+A=Siyah biçimine döndü. Şimdi kar bir doğa olayına ve Kara ise (Karaoğlan der gibi) bize zifiri siyahı çağrışıtırıyor. Yani tam ZITTINI beynimize kazımış durumda. (Ak=Ağarmak kökünden geliyor, siyah bir kumaş da ağarır. Beyaz lekelenmek demektir).
2. Aynı biçimde Latin dillerinde Blanc=Beyazboşluk demektir. (Fransızca Blanch=Beyaz gibi) Norman dillerindeki biçimi Blaekk'tır. İngilizceye aynı kelime Black=Kara diye geçmiştir. Normanca Hvettera=Ağarmak ise İngilizceye White olarak yansımıştır. Demek ki, ĞALATI MEŞHUR'lar EVRENSEL niteliklidir.
3. Osmanlıca inanılmaz sayıda ĞALATI MEŞHUR vardır: Arapça aslı ŞECERE=Ağaç kelimesindeki ŞIN harfinden üç nokta (Şapka) kaldırılmış ve şimdi SECERE (Sin harfi ile yazılmış, Örneğin Aile seceresi, soyağacı derken...). Bunun tersine SAKK ise Şakk olmuştur. (Şakkı Kamer=Ay'ın ikiye yarılması????) Aslı SAKK=İskân edilmek, yerleşilmektir.)
4. En eski dil olan Samice çiviyazı tabletlerinde de ŞAMAŞ=Güneş'ten şimdiki Arapça'da Şemş, Kureyşçede ise ŞemS olmuştur. Yani sondaki ve ikinci Ş harfi S harfine çevrilmiştir. (G ile yazılan GÜMAR da sonradan kanın K=Gaf ile yazılan Kumar ya da Kamer=Ay olmuştur ki, ikisi de proto-samilerin tanrılarıdır).

G harfini çıkaramayan Kureyşliler bu harfi KAF ya da Ğayn harfine çevirirken, diğer şive ve lehçelerde bu harf yaşayagelmiştir. Örneğin Cemel yani Deve kelimesinin aslı Gemel'dir. Cilt ise GİLT'tir. Başta Mısırlılar olmak üzere, iki düzine yerel şivede G harfi vardır ama, kur'an Kureyşçesinde yoktur. Kureyşçe Ummu ğulsum diye yazdığın bir ismi bütün Mağrib, Türkler gibi Ümmü Gülsüm" diye okurlar.

Kureyşçeden çıkarılıp atılmış bulunan P harfini (Noktasız b ile yazılırdı) Suudiler dışındaki tüm sami ağızları kullanmaktalar (Bazaar yazıp Pazar okurlar. Yazılış okunuş farkından halen etkilenmemişlerdir). Şimdi tüm bunların ışığında Etimolojik olarak bazı kelimeleri inceleyelim:

Araplar ve ataları samiler yazı icadı öncesi konuşmaya "Hitab=Hıytab, Hitap" derlerdi. Yazının icadıyla aynı kelimenin ilk harfi K=Kef ile değiştirilerek Kitab oldu. Daha sonra da mastar haliyle KTB=Yazmak haline getirildi. Yani Hitap=Yazılmamış kitap, Kitap=Yazılmış Hitap demektir.

Kur'an indirildiğinde yaklaşık olarak 2000 sankritçe kelimeyi ilk kez duydular araplar. Cehennem, Kevser, Dünya gibi... Sankritçe Jeyenim=Tandır demektir. Dünya= Arapça değildir. (FidDÜNYA derken Fersçe, Kürtçe'den başlayarak, ta Bengaldeş'e dek, yaşayan ve halen konuşulan 150 kadar Hint-İran lehçesinde DÜNYA kelimesi kullanılmaktadır. Ama Arap almış onu, Nasıl ki Türk kelimesinin çoğulu Etrak oldurulmuş ise, Dünya kelimesi de DENY haline getirilmiştir.

Araplar ikinci sure olarak inen NUN'un bitişiğindeki KALEM kelimesini İLK KEZ DUYMUŞLARDI. Çünkü kelime HİNT-AVRUPA DİLLERİNDEN idi. Örneğin Latincesi Calamus yaşayan dillerde Calam, Almanca Kulim (Argocası kullie). Hatta mürekkep balığı Calamarus=Kalamar bu yüzden kendi ismini almıştır (Mürekkeple yazan ince uzun bir ahtapot cinsi anlamında). Gerçek anlamda yazmak KeTeBe değil, Kaleme'dir. Ama Kureyşçe olunca KeTeBe ön plana çıkmıştır (Türevleri, Kitab, Katib, Mektub vb., bilirsiniz). KLM=Kelime (Kelam, mütekellim, kelime) ile Kalem'in birbirine olan durumları Hitab-kitab gibidir. Kalem ve Kelam yani...

Elbette Kur'an'ın sadece alimler için verilmiş bir misal denen müteşabih bölümü daha vardır (Müteşabihler AMM ve Muhkem değildir elbette). Muhkemler için katı matematik (RAKİM), müteşabihler için GEOMETRİ (Kehf=Topoloji) denen iki tip EBCeD (ABCD) uygulanır.

Birinci tipteki Mucize 19 asal sayısına endeksli olandır. İkincisi ise keşfi beklenen "Topoloji geometrisi" yani mağaraya benzetilebilecek bir üçboyutlu topoloji... Ashabı KEHF ver RAKİM'i anımsarsan ikisi de Allah katında geçerlidir. Hatta Kehf (Geometri) Rakim (Rakam, Matematikten) önce zikredilmiştir. Rakim tek boyutludur. Kehf ise evren gibi üç boyutlu ve 300+9 dendiğinden ayrıca dördüncü boyut olan ZAMAN koordinatını da içermektedir.

Quantum mekaniğinde ve quantum aritmetiğinde (Tünel süreci) kullanılan biçimi Kehf'tir (CP denmektedir). Buna bir de zaman boyutu eklenmekte ve CPT denen üç simetri biçimi çıkmaktadır. Bu simetri üçlüsü, bize CP denen Rakim'i CPT yani Kehf biçiminde yazmayı elverdirir. CPT evrenseldir. Yani kuantum fiziğini tüm diğer bilimlere de uygulattırır (Sosyal bilimler olan Ekonomi, politika, hukuk, etimoloji vb.). Böylece terminolojinin de bir açılımı (Geometrisi) ortaya çıkar. İşte herkesin aklını karıştıran da bu...

ZKR kelime kökünden bilinen türetmeleri yapalım: Zikir (Ama tesbih değil), Mezkur=Zikredilen, sözkonusu. Yani kelimeye yüklediğin anlam değil gerçek NOSYONU. Nitekim, "Zikri biz indirdik, onu korumak da bize düşer ayetindeki" Zikr ile sözü edilen NOSYON'dur. Nosyon kehf ile özdeştir, geomatrix bir kelimedir. Sadece Matematik ile analiz edersek elbette kısıtlanır ve hatta paradoks doğar.

Örneğin Salat'a rakim olarak dosğruca NAMAZ derseniz, açmaza düşersiniz. "İnnallahe ve melaiketehi yuSALLİne alen Nebi...." ayetindeki Salatı namaz olarak algılarsan, "Allah ve melekleri nebilerine NAMAZ KILARLAR" diye çevirmek zorunda kalırsın. Haşa Allah ve meleklerinin yeni bir MABUDU, taptıkları bir üst Tanrı mı var? Rakim'in açmazı olanı Kehf açıklar. Çünkü Kur'an'daki bildiğimiz namaz BİR TEK ŞEKİLDE geçmektedir. Namaz (Rakim) ise EkımetüsSALAT=İkame edilen, yani dört bedeni hareketle yapılan namaz oluverir. Doğrusu da budur.

Namaz "Yerine konmuştur". Namaz Kalu bela'da Allah'a verdiğimiz bir sözdür. Bir kredi kartı gibi... Yaşadığımız süre içinde o krediyi VAKİT farzına bağlı olarak vadelendirip ödemek zorundayız. Akıme, İkame, İka etmek vb. gibi KEHF NOSYONU olmayan sadece Rakim=Salat diye algıladığımız bir kavram/Mevhum bizi yanıltır. Örneğin "Orta namazınıza dikkat ediniz" diye çevrilen "Salatı Vusta" içinde ikame kelimesi yok ki, NAMAZ olsun... Vusta=Vasat kökünden gelir, ortalama, averaj'dan başka Kur'an'daki anlamı gözden kaçmıştır. Vasat=Direk demektir. Bizim orta direk dememiz gibi...

Geri Dön     Yukarı