004 - 3 Ekim 2001 Çarşamba

hoşgeldiniz/hoşgeldim


"Tarık" Yukarı

Yazılanlar bilim-kurgu değil. Şu bir gerçek ki, bilim kurgu yapmıyorum. Yapsanız belli olur. Ben sadece "geçmişin" kayıp ya da boşluklarını, "Geleceğin" geri besleme sistemiyle onarıyorum. Bilim kurgu ya da fantastik gerçeklik daha başka bir şey. Bir kişinin yazdığı roman, senaryo ya da bunun uygulaması olan film gibi. Dikkat edilirse, en kaçındığım şey BİLİM KURGU. Oysa yazdıklarım bilim kurgu gibi görünüyor. Ama değil. Olmayacak da, izin vermeyeceğim ve bilim kurgu bünyemizde asla yer almayacak. Tarık Suresinin bir ayeti ne diyor biliyor musunuz? "Bu Kur'an bir şaka değildir". Bilim kurgu değildir gibi.

> Son 3 ayet Yahudiler ve Zig-Zag'ı mı belirtiyor?

Elbette. Allahlaw'dan kalkanlar ile Valhalla'dan kaçanlar arasında "İki bağın sahipleri" savaşımı sürüyor.

Bir önceki chat'te andolsun (Ve, Vel'in üç anlamını vermiştim ve en uzak anlamının Yemin olduğunu söylemiştim. Burada ki anlamı YEMİN değil. Buradaki anlamı, eğer yemin olsaydı, Allah'ımız "Tarık nedir bildin mi?" dediğinde ve değil "Fela Uksima" derdi. Vakıa 76'daki Karadeliklerin yerine yemin ettiği gibi. Üstelik de "Bilseniz bu ne büyük bir yemindir" diyerek vurgulamaktadır. Resulullah ise "Vakıa suresini çocuklarınıza, onlar da kendi çocuklarına, onlar da kendi çocuklarına öğretsinler" diyerek karadeliklerin önemini "Günümüze" taşıtmıştır.

Waw harfi yemin olması için "Ve Allah'i (Vallahi) biçiminde Allah adlarından birini almalıdır. Ve, Bi, Ya gibi ekler Allah isimleri önüne geldiğinde kutsallık kazanırlar. Vallah, Billahi ve Yallah (Ya Allah=Haydi kalkıp gidelim anlamında. Ancak Türkçede kovmak gibi kullanılıyor.) Eğer virgül (waw) yemin olsaydı, her VE bağlacı bir yemin olurdu. Oysa Allah'ımız KASEM (Uksima gibi) etmektedir. Burada Tarık suresinde yemin edilen bir başlangıç yok. Tarık gibi çok önekli bir konu için yemin edilseydi, "Uksima Tarik" denmesi gerekirdi. Ama Tarık'ın önemi YİNELENEREK bildirilmiştir.

"Tarık nedir bildin mi?" Yada Kadir suresindeki gibi "Wema edrake ma leyletül Kadr" gibi (Kadir gecesini İDRAK ETTİN Mİ?) anlamında. Buradaki VE bağlacı şu anlamda: "Nur Suresinde, Necm Suresinde anlatılanlar" ile bağlıdır anlamında. Bu bir kombinezondur. Nur suresi bir Tarık'ın işleyiş biçimini anlatırken, Şi'ra yıldızının sözü edilen Necm suresinde ise ONUN KONUMU (DEV BİR İSTASYON OLDUĞU) anlatılmakta, Tarık Suresi’nde ise zamanda yolalması mekanizması anlalıtılmaktadır.

Ve SEMA. Sema tekil çünkü 14 yer ve gök yok hepsinin yerine bir tek gök var. Bu da ışık hızında yakalanan bir gök. Bizim amacımız, ışık hızına çıkarsak ne olur. Sidretül mühteha'da (Son sedir ağacı=Hz. Cebrail'in makamı bütün mekanlar (en boy yükseklik) biter tüm boyutlar evrenlerinin yerine bir tek GÖK=Sema gelmektedir.

Bu gök'ü tanıtlayalım:

Işık hızına kadar x,yxz gibi üç koordinattan oluşmuş bir uzay vardır. Ama ışık hızında üç garip şey olur:

1. Mekan ortadan kalkar, mekan tek boyut olur ki buna singularite deniyor.
2. Işık hızı=Zamanın akma hızıdır dolayısıyla zaman da ortadan kalkar.
3. Uzay ve zaman ortadan kalkınca, tüm evren "Gerçek olarak" görünür. (Tümden ve reel görünmenin anlamı şudur: Evren bir hologramdır. Bir tek quant tüm evreni gösterir, yeniden canlandırır)

Kendinizi bir foton gibi düşünün. Foton diyorum çünkü ne yavaşlar ne hızlanır. Işıkhızı tastamam saniyede C hızıyla gider. Herkes aynı hızla gidiyor. Gidiyor ama, bu demektir ki herkes duruyor. Çünkü herkes eşit hızla akıyor, bir odada oturan on kişinin oturakaldıkları gibi aslında saniyede 29,5 km hızla uzayda nutasyon olarak ilerliyoruz. Ama gördüğünüz gibi herkes yerinde oturuyor. Bir şey hareket etmezse, sizin hareket halinde olduğunuz belirlenemez. İki otobüsten hangisinin kalktığını anlamak için, illa ki durağa (Sabit referansa) bakarsınız.Işık en yüksek hızdır, madde ise elbette ondan yavaştır.

Şimdi kendimizi güneşten çıkan ve dünyaya doğru yol alan bir foton gibi düşünelim. Güneş bizden IŞIK HIZIYLA uzaklaşmakta ve yol aldığımız dünya ise bize IŞIK HIZIYLA yaklaşmaktadır. Sanki biz duruyoruz ama, altımızdaki cetvel hareket ediyor. Cetvelin bir ucu bizden uzaklaşırken, ötekisi de hızla yaklaşıyor. İşte eğer bizler foton olszaydık, kendimizin hareket etmediğini, ama UZAYIN YÜRÜDÜĞÜNÜ görecektik.

Bir foton der ki, "Ben dururum uzay yürür." Bir madde de der ki, "Hayır fotonlar bizden uzaklaşır/yaklaşır, sabit duran biziz"

Kim haklı? Gözlemci daima haklıdır. Kim hangi sistemi gözlüyorsa o haklıdır. Dolayısıyla relativite kuralınıda (Aksiyom) tüm gözlemciler haklıdır. Eğer siz birer fotonsanız, haklısınız: Siz duruyorsunuz evren yürüyor.

Sema, ışık hızında ulaştığınız yani boyutların ortadan kalktığı ve 7 gök ile 7 yer'in yerine bir tek ve TEKİL bir gök'ün gelmesidir. Gök (Uzay-zaman) derken, biz ışıktan yavaş olguları kastederiz. Eğer ışık hızında giderseniz, iş değişir ve siz tek boyutliu bir FOTON olursunuz. Tek boyutlu fotonun ise uzayı bir tuhaftır, en boy ve yükseklik yoktur.

Pekiyi ne vardır. HİÇ adı Gri hiçlik. Gri , kurşuni, neden ? Bunu ayetten anlayabiliriz. Ayet diyor ki, vessema=Bir tek semaya ve Tarık’a. Tarik nedir bildin mi? O KARANLIĞI DELEN BİR YIZDIR.

Yıldızdır. Diyor. Şimdi bu konuyu açalım. Hepimiz birer fotonuz ve ışık hızıyla gidiyoruz. Dolayısıyla herkes birbirine durağan geliyor. Ama büyük bir problem var: Bizler ışık hızıyla gidiyoruz. Yani yanımda birinin olduğunu anlamam için ondan başa ışık sinyali gelmesi gerekiyor. Ya da benin onunla tokalaşmam için, elimi uzatmam gerekiyor. Fakat elimi uzatmam demek ışık hızını aşmak demek. Bu yasak. O zaman hepimiz birbirimizden habersiziz. Yani koskoca bir semada TEKBAŞINA'yız ve biz bir fotonuz ya, HER BİRİMİZ KENDİMİZE PARLIYORUZ. Sadece kendimizin kendimize parladığını görüyoruz. Başka kalan herşey karanlık ve gri....Kurşuni bir hiçlik orada bir tek ben varım ve ben kendime parlıyorum. Sadece kendime... İşte en necmil Sakıb= Kendine parlayan demektir.


"Mir'ac" Yukarı

Mi'rac olayında ışık hızının fazları var. İleride değinececeğimiz, Burak (Burakhapalam) Refref (Raf+raf=Asansör) gibi giderek hızlanan Takyon hızı dediğimiz etmenler var. Yarısı maddi kalanı takyonik (Yani eksi beden=Bilinç=ruh) biçiminde geçti, ileri bir konu, Mi'rac'ın HER TÜRLÜ SAFHALARI var. Önce uzay yürüyümü (Mekke'den Kudüs'e) sonra dikine olarak Allah katına bir yolculuktur Mir'ac.


"Uzay - Zaman Dönüşüm Formülleri" Yukarı

Space-time formülü var. Kabaca şöyle:

x,y,z bizim uzay, bunun aynardaki görüntüsü ise sanal Xi, Yi, Zi. Ediyor 6 boyut. Öteki taraftan aldığınız sanal bir boyut örneğin Xi=Kök içinde eksi bir (V-1) olduğundan bize ZAMAN olarak geçer. Bizim üç uzay boyutumuza karşılık gelen öteki taraftan BİR TEK V-1 (Minkowski bulmuştur ve isbatlamıştır) boyutu bize ZAMAN olarak etki eder. Yani ölçemezsin, metrekare falan diyemezsin, sadece ssaatine bakarsın. Eğer bildiğimiz bir metre (Cetvel olsun) ışıkhızında hareket ederse boyu kısalacaktır ve noktasal olacaktır. Eğer ışıktan hızlı hareket ederse, boyu eksi olacaktır, yani buradaki metre orada saat olacaktır. Oradaki bir saat ise burada bildiğimiz metre olmaktadır.

O boyuta ancak ışık hızını geçersek gidebiliriz. Çünkü Einstein bile tüyoyu verdi. "Işığın kaynağı ışıktan hızlı gidebilir, gitse bile ışığın kendisi sabit bir hızla gider diyor. Yani foton ışık hızına mahkum ama, takyon ya da fotonun çıktığı lamba (Nur) ışıktan hızlı gitmektedir. Işık hızı yasağı, adı üzerinde IŞIK HIZINA getirilmiş bir yasaktır. Bize ve ışıktan hızlı giden lambaya yasak konmamaktadır.


"Ruh - Bilinç" Yukarı

Maddemiz ölümlü bir 70 kg ceset, ölümsüz olan ise kök içinde eksi 4900 kg olan bir EKSİ BEDEN, ölümsüz beden. Allah'ın bir günü bizim saydığımız bin, 50bin yıl vb. olunca, bizim bedenimizin ötesindeki "Bilinç denen aynadaki gibi bir ağırlığı olmayan o beden çok önemli". O ölümsüz hayat sahibi, beden ise ölümlü bir ömür sahibi. Tabi kare kökünü alırsanız, V-4900 kg= 70i kg olur, bu ruhunuzun ağırlığıdır.

Nefs denen şey Kirlian fotoğraf alanında gözlemlenebiliyor ruh ise kompleks sayılardan kuruludur. Bedenin biyolojik, nefsin dualitik ve bilincin ise salt psikolojik özellikleri vardır. Şu farkla ki , beslenme, savunma ve üreme motivasyonu yoktur. (Nefs ile ya da bedenlenme ile gelen bir durumdur bu üç temel içgüdüler). Ruh ise inanılmaz motivasyonlarla doludur. Bilim yer içer, Allah'a kuldur bununla kendini savunur ve üreme içgüdüsü yerine habire zikreder durur (Bu nefes almamıza eşittir). Bunları belirleyen felsefeler değil Takyon teoremidir.

Takyon (Nur, yani sonsuz özenerji), maddeye (Tardyon) girişim (İnterferens) yaptığında ortaya biyelektromagnetik Kirlian AURA beden saçaklaması çıkar.

Meleklerin pili bitmez, bir pil 2-4-132 olur. Yani bir melek 2000 tane olarak (Aslının) saf=Safiyyun, Saf ve Saffat sureleri) sıra ve askeri bölük gibi mülti-kopyaları oluşur.

Beyin bir araçtır amaç değildir. Beyin asla ve asla düşünce üreten jeneratör değildir. Bir örnek vereyim:

Bir kedi ile bir köpek bilirsiniz birbirinin düşmanıdır. Kediyi seviyorsunuz, bu arada deney gereği birden kurt köpeğini içeri alıyorsunuz. Kirlian alanında, kedinin içindeki o ışıklı kedi (Nefsi) kamburlaşıyor ve saçakları diken diken oluyor. Yaklaşık 2,2 salise sonra bu intikal süreci bedene taşınıyor. Önce sanki fantomu kamburlaşmış olan kedinin, bu kez de fizik bedeni.

Örneğin beni birdenbire korkutuyorsunuz. Benden önce parmağımın ucundan çektiğimiz rengarenk aura, birden sapsarı oluyor. Sonra da benim ten rengim sararıyor. Ya da tersine, beni sinirlendirdiğinizde ya da utandırdığınızda, önce parmak fotoğrafım kızarıyor, sonra da yüzüm kızarıyor. Halbuki sararmak ve kızarmak tansiyon değişmesiyle (Düşmesi ve çıkmasıyla) bağlantılı değil midir?

Yani beyin sadece bir aracı. Ancak o olmazsa hiçbir şey olmuyor, çünkü bedden bir makine ve makineyi yöneten ise sanal şoför olan Ruh'uh, direksiyonu olan beyin.

Hayvanlarla ortak bir düşüncemiz var: İyi bir hipnozitör, rastgele (sokaktan geçen) bir köpeği hipnoz ediyor, ona "Şu eve gir, şu fırını aç içindeki, telefon rehberini bana getir" diyebiliyor. Köpek de mutfak kapısından giriyor, fırının kapısını ağzıyla açıyor ve telefon rehberini getirip hipnozitöre veriyor ve hiçbirşey oylmamış gibi yoluna devam ediyor. Çünkü o bir sokak köpeğiydi.

Düşüncenin harflerle anlatılan bir dili yok. Düşünce bir RESİM yazı gibi. Hipnozitör esir içinde bir resim çiziyor. Köpeğe niç girmediği evin , fırının, rehberin RESMİNİ çiziyor. Biyosfer olarak her canlıyla (Bitkilerle bile) paylaştığımız bir yapısı var. Bitkiler de düşünüyor, korkuyorlar, endişeleniyorlar.Kendilerine bakan kişi hastalandığında onlar da hastalanılorlar. Bu biyosfer (Kur'an'da Tayyar sema=Uçucuların üst limitine kadar süren bölge) bizim akvaryumumuz gibi. Telepati de orada vukubuluyor.

Bir aslan saatlerce oturup bir sürüyü izliyor. İlginç olan şu, ölümü hisseden daima hasta bir hayvan oluyor. Aşırı huzursuzlaşıyor, fazlaca hareket ediyor. Sürü koşuyor ve onu aslan ya da aslan ailesi yakalıyor. Av ve avcı arasında bir telepatik bağ var. Avcı zevk için değil, doymak için yiyor. İnsan ise zevk için öldürüyor.

Bu kadar ayrıntı içinde şunu söylemek istiyorum: Hayvanlarla birlikte Vital olarak aynı şeyleri (Beslenme, savunma üreme vb.) düşünüyoruz. Ama ön alın lobundaki bir boşlukta sanki gizli bir "Görünmez beyin var". Zaten düşünce denen şey, çabasız bir süreçtir. Şu anda düşünüyoriuz, kalori gerekmiyor, gece rüyada düşünüyoruz, (Aksi halde rüya görmezdik). Ömürboyu düşüneceğiz, öleceğiz, düşünen mekanizmamız olan bilinç DÜŞÜNMEYE devam edecektir. Kabir azabında ya da sefasında, alemi Ervah'ta, hep ama hep düşüneceğiz. Yeniden yanatılacağız yine düşüneceğiz. Ebediyen cennet ve cehennemde düşüneceğiz. düşünmek için hiçbir çaba gerekmiyor. O kendinden olan bir süreç.

Bakın şu halinize/halime hep düşünmüyor muyuz? İnsanın hayvandan farkı şu: BİLİMİ düşünebiliyor. Bilimin, uygarlık oluşturmanın, görgünün ve sosyal boyutların kesinlikle içgüdülerimizle (Üremek gibi) ilgisi yok. Sadece insana verilmiş bir yeti. Eksi bedenimiz (Bilincimiz, Kur'an Ruh diyor) aynadaki bir görüntümüz ama ters, kalp mesela sağda. Buna suptil duble deniyor. Onun bizimle iki bağlantısı var. Birincisi beyinle ortak bir kesişim/bilmeşim alanı oluşturuyorlar. İkincisi çok tuhaf ama bir GÖBEK bağı İşte bu ikisiyle fizik beden (Ceset) ve para-fizik beden birbirine bağlanıyorlanr.

Kirlian beden (Enerji=Nefs) psikolojiktir. Dolayısıyla tanı yapılabiliyor. Renk kategorileri ve saçakların yumuşak ya da sert (Hair Cut=Keskin saç traşı gibi itmesi.) gibi formları var. Örneğin, apopleksin yerini gösterebiliyor. Şizoid zeminde koyu maviye doğru bir renk değişmesi oluyor. Şizofrenide ise birbiriyle ilintisiz binlerce boncuk gibi renkler çıkıyor. Hasta bir konuyu sürdüremiyor. Çünkü ikinci renk başka bir konu, üçüncü bir başka konu. Bunu somutlaştırırsak. Birinci cümle, "Sağol iyiyim doktor", ikinci cümle "Teyzem yengeme gitti", üçüncü cümle zaten salatalık sevmem. Eğer bir şizofrenin rengarenk olan bu ilintisiz aura renklerini, önce koyu mavi olan Şizoid aşamaya iade edebilirsiniz. Bunun için renk cebiri denen bir matematik yöntemle, beynin renklerinin düzenlenmesi için bir osilaskop gerekiyor. Şizofreni, şizoid olarak kısmen iyileştirebiliyorsunuz.

Bir şeye daha şaştım. 7200 Denek (Thelma Moss, Üniversite öğrencileri arasında yaptı) durup dururken, birbirini tanımayan iki parmak sahibi birbirinden ya nefret ediyor ya tersine birbirini ilk bakışta seviyorlar. Sempati-antipati ikilemi. Bu empatiyi çözen yine inanlımza bir etmen var. Koç burcunda doğanlar ikizler burcuna sempati, Yengeç burcuna antipati duyuyor. Boğa burcundan olanlar, Balık ve Yengeç burcuna sempati duyuyorlar, Aslan ve Kova burcundan nefret ediyorlar. İkizler burcu hem koç hem aslan burcuna sempati duyuyor amabalık burcundan tiksiniyor neredeyse. Yengeç burcu Boğa, Balık burcundan hoşlanıyor ama Koç, Akrep burcundan nefretleri oynuyor. Aslan burcu, ikizlerden başkasına düşkün değil. Tereza ve Boğayı gördüğü yerde parçalamayı düşünüyor.

Biz Seattle ve Vancouver' da birlikte çalıştığımız, Kirlian fotoğrafisti bir bayandır Thelma Moss. O halde geleceğin psikiyatristlerinin "Burç bilimi ya da bioritmi bilmesi de gerekiyor.


"Hipnoz - Reenkarnasyon" Yukarı

Hipnoz bizim bedenimiz üzerinde kurduğumuz bir doğal olaydır. Ancak uykuda diskalifiye oluyoruz. Hipnoz kendi bedenimizi işgal etmektir. Ancak, bir başkası da (Hipnozitör ya da cin vb.) sizi işgal edebiliyor. O zaman kendi bilincimiz "Geri plana" çekiliyor, ve işgalci kiplik (Modality anlamında) beden denen makineyi, otomobili kullanmaya başlıyor. Nasıl ki, elektrik akımının bir faz bir toprak iki ucu varsa, insan denen varlığa da biri "Melek=Takyon) ötekisi Şeytan(Enerji) iki hat veriliyor. Bunlardan ilki iyi öneride, ikincisi kötü öneride bulunuyor. Biri avukat biri savcı sanki... Ama siz de hakimsiniz, yani önermeleri siz karara bağlayacaksınız.

Ölüm halinde ruh ve melekler bir daha gelmemecesine gidiyorlar. Ama şeytan dediğimiz faktör, ulvi alemlere gidemiyor. Allah'dan aldığı ahit gereği, ölmüyor ve tekrar tekrar kullanılabiliniyor. Ölenden çıkıp bir süre boşta kalıyor, sonra yeni doğan bir başkasına geçiyor ve yoluna devam ediyor. Yani melekler ve ruh birer kez kullanılmasına karşılık, Şeytan bedenden bedene geçiyor, Eski Mısırlı oluyor, Fatih Sultan Mehmet'in askeri oluyor ya da şimdiki bir zenci kadın. Çok seyrek de olsa şöyle bir ruhsal kısadevre oluyor.

Normalde şeytan boşta kalır ve uzun bir süre sonra yeni doğan birine geçer. Ama öyle bir an oluyor ki, öldüğü ile yeni doğanda doğduğu an üstüstü biniyor ve şeytan, bu değişimin farkına varamıyor. Anıları bir önceki berdendeymiş gibi devam ediyor. Örneğin yeni doğan çocuk konuşmaya başlayınca şaşırtıcı "Ben daha önce filanca yerde filanca kişi tarafından baltayla öldürüldüm"

Üç yaşındaki çocuğu ailesi alıyor ve Türkiye'nin bir ucunda, hiç gitmedikleri bir yere götürüyorlar. Çocuk, bebek yolları tarif ediyor, "Burası muhtarın evi, bu iki kadın benim kızlarım, bu da beni öldüren adam ve baltası...."

İşte bu ruhsal kısadevre sonucu, şu Nirvanacılık (Reenkarnasyon ve ekminezis) almış başını yürüyor. Herkes yeniden doğacağını sanıyor, ta ki evrimleşene kadar. Ekminezis yani geçmiş yaşamları hatırlamak da hipnoz etkisinde dolmaktadır. Hipnozitör sizi zamanda geriye gönderir, telkinle yaşınızı küçültür. Siz de bayağı çocuklaşır, çocuk gibi yazmaya başlarsınız. Sonra sizi doğduğunuz güne hatta ana rahmine gönderir. (Ters durmaya çalışırsınız)

Sonra daha geriye.... İşte o daha geride şu oluyor. Örneğin şu anda hatarlımadığı bir yaşamı, hatırlamaya başlıyor. "Ben bundan önce Afrikada köle olarak satılmış bir kadındım." Gibi. Oysa, bedenine hakimiyeti yerine, önce hipnozcu sonra da onun bizi ilettiği, bizden önceki anılarını bize nakleden şeytanın etkisinde işgal edilmişizdir.

Cinler elektrik yüklüdür ve vesvese veremezler. Şeytan denen özel tayfa ise, yüksüzdürler. Hadis şöyle; "Allah her kuluna melekler ve bir de cinden bir yoldaş tahsis eder"

Kuran’da17:85 te “Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabb’imin emrindendir ve size ilminden sadece az birşey verilmiştir”. Buradaki, Xi, Yi, Zi diye anlatılan sanal boyutlardaki ruhtur.

“Rabb’imin emrindendir”in 7 anlamı var. 7 anlamdan ilki, imajiner sayılardan oluşmuş olmasıdır. İkincisi de Ruh=Arapça GİT! emridir. Yani birine gel derseniz, "Taal" git derseniz "Ruh" dersiniz. (Raha gitti demek). Orada dikkat ediniz, "Ruh=Git, Rabbin EMRİNDEN=Emir kipindendir de demektir. Böylece 7 içiçe anlam bulursunuz.


"Xi,Yi ve Zi boyutuda Allah'in bulunduğu görünmezlik boyutu" Yukarı

Allah Z boyutundadır demek, boyutun içinde değildir demektir. Yani bir alan, bir saha içine hapsolmaz. Allah boyutların da yaratıcısı olduğundan boyutlar, uszunluklar onu sınayamaz.

Evren iki boyutlu bir yüzeydir. Yani dünya yüzeyi, bir kağıdın (en çarpı boy) yuvarlatılmış biçimidir. Burada hermkes tanışıktır ama siz yüzeyden Küre dışına çıktığınızda Z boyutu yani üçüncü boyut ortaya çıkar. İşte o boyut bize görünmez, Allah'ın doğrultusudur. (Allah işlerini yukarıdan aşağıya doğru yönetmektedir çünkü)

Zi şudur: Monitörünüz iki boyutludur, en ve boy ama monitör ile gözünüz arasında bir de buna dik Z boyutu vardır. Monitördeki resimler bu boyuta zıplayamazlar.

Geri Dön     Yukarı