012 - 24 Ekim 2001 Çarşamba | |
slm&slm sevgideğerler "Hz.Musa - Hz.Hızır Buluşması" Yukarı Kehf 60: Musa genç arkadaşına (Yuşa'ya): "İki denizin birleştiği yere ulaşmaya, ya da yıllarca yürümeye kararlıyım" demişti. Uzay-zamanda iki denizin birleştiği yere nasıl gidilir. Demek ki "İki deniz birleşiyorsa" birleşen bir şey "Ayrılmalı"dır da... Bu arada iki yerde iki denizin birleşmesi olgusunu da inceleyelim. Her ayetin 7 anlamı var. (Kur'an NUR=Beyaz ışık ve içiçe 7 rengi=sebit mesani'si olan tayfı var). 7 anlamdan yüzeysel olanı şöyle: Akdeniz ve Kızıldeniz "Süveyş" bölgesinde birbirlerine ÇOK yakınlar. Bu ayetteki iki tane iki denizden birincisi. İkinci olay ise PANAMA KANALI haber veriliyor. Diyeceksiniz bunda ne var? Zaten biliyoruz. Ama öyle değil! Kur'an bunu 622'lerde yazdıysa, Amerika kaç yılında keşfedildi? 1498-622=? Evet 876 yıl önce KUR'AN "Amerika kıtasının bulunacağını, sonra 1550'lerde Panama'nın bulunacağını ve oraya bir KANAL açılacağını haber veriyor. Yani iki ayrı yerde iki ayrı deniz birbirine salınmış neredeyse... Bu da Kur'an mucizelerinden biridir. AMERİKA KITASINI DA HABER veriyor. 876 yıl önce... Aslında çok önce de haber vermişti: Zülkarneyn'in BATI yolculuğu Amerika kıtasına idi... Bu arada bir not daha. Amerika'ya ilk ayak basan kimdi? Bir orsa (Esir kürekçi). Santa Maria gemisinden söz ediyorum, Colombus'un. İlk kez kızılderilileri görmüşlerdi. Adı Rodrigo idi. Müslüman-Osmanlı esir olduğunu gizlemek için kendisine Rodrigo derdi. Bu kayıtlarda var. Kıtaya ilk defa RODRİGO'yu çıkardı Kolomb. Kızılderililerin tepkisini öğrenmek için. Ama onu dostça karşıladılar. O zaman Colomb ekibi de çıktı adalara... İlk çıkılan adanın adı Caicos'dur. Caicos adalar grubu Caicos, Grand Turk ve Turk adlı üç adadan oluşan bir devlettir. Eğer Web Search'de ikinci Murat reis (Birinci olarak aramayınız. İkinci Murat Reis, barbarosların devamı bir amiral). O da Turk adasını gemi bakımı için "Kalafat üssü olarak kullandı. Bunlar uçuk şeyler değil. Araştırınız göreceksiniz. Rodrigo ve Murat kaptan çok önemli bir konudur çünkü... Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim." Geçen chat'lerde Genç Yuşa'nın 17 yaşında olduğunu söylemiştim. Bunun bir hesap sonucu çıktığını anlatırken, konu cifir'e gelmişti. Cifir gibi sonsuz ötesi ve digital (Bineer) setlere girmek anlamsızdı ama, konuya aşina olduğumu göstermek için anlatmıştım. Bir de Remann uzayında ekvator turu atılıp aynı noktaya gelineceğini anımsatmıştım. Uzay zamanın Riemann uzayı olmasının anlamı şu: Uzay ve zaman birleşiktir. Aynı değillerdir ama ikisi et-tırnak kardeşlerdir. Biri varsa öteki de ona eşlik eder (Normalde). Musa'nın amaçları vardı: Denizin nereden yarılacağını görmek istiyordu, dakika olarak orayı belirlemek ve Beni İsrail'i oradan geçirmek... Bir de Musa Katil idi... Bu günahın altında eziliyordu, Allah her elçisine "Günahlarının İSMET sıfatı gereği affedileceğini=GİDERİLECEĞİNİ bildiriyordu. Musa ayrıca "İLİM VE RAHMET" öğrenmek için bir A L İ M arıyordu. Musa'nın bu buluşma için de tam 7 nedeni vardı. Kalan nedenleri ayetlerin sonunda söyleyeceğim. Musa şunu da biliyordu: Normalde bir arama biçimi değildi. "Uzay-Zaman" aberasyonları olacağını anlamıştı. "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim." Bu ifadede de bir mucize var. Çünkü Rieman uzay-zaman'ında (Evrenimizin doğası budur) verilen bir noktadan bir doğruya HİÇBİR paralel çizilemez. Bildiğiniz üzere bu paralel eninde sonunda birbirini keser. Riemann uzay-zamanda küre kapalı bir yüzeydir ama, aynı zamanda bir ekvator turundan sonra sonsuz tur daha atabilirsiniz. Bu da o modeli "Sonsuz" yapar. İşte bu Riemann olgusuyla aynı biçimde "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim". Senelerce yani bir daha bir daha bir daha gideceğim. Bu ayet RİEMANN uzayını haber vermektedir. Riemann uzayı kitaplarımda da yer alıyordu. Böylece Kur'an'daki hiçbir ayetin öyle gelişigüzel olmadığını "AZ KELİMEYLE ÇOK ŞEY ANLATTIĞINI, özellikle de Alimlere M İ S A L dolarak sunulduğunu" aşağı yukarı hepimiz biliyoruz değil mi? Şimdi 61.ayete geçelim. 61: İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı, balık bir delikten kayıp denizi boyladı. Dikkat ediniz: "İKİSİ" sözünü hep aklınızda tutunuz. "İKİSİ" aklımızın ucunda bulunsun. İki denizin (AYRILACAĞI) birleştiği yere ulaştılar. ÖNCE Musa yürür SONRA deniz ayrılır. Buna nedensellik ilkesi (Causality) dediğimizi anımsıyoruz değil mi? "İKİSİ", "İKİ DENİZ" ve meşhur balık. Balığın öyküsünü hiç bilmiyoruz (Yani Kur'an tane tane indiği için, mesela bu ayetten sonraki ayet üç gün sonra geliyor). Bu ayetten şunu anlıyoruz: Bir olay OLMUY BİTMİŞ S O N U C U anlatılıyor. Örneğin ÖLDÜ diyoruz. Ama önce DOĞMASI gerekmez mi? Hele bir doğsun, erginleşsin, kendine benzer bir varlık bırakıp EN SONRA ölsün. O halde FİLM SONDAN BAŞA DOĞRU OYNUYOR Yani BALIK CANLI iyi ama daha Ö N C E ölmedi miydi? Şimdi Nasıl CANLANDI da iki kaya arasından DENİZİ boyladı..? Çünkü zaman ters çalışıyordu. Hatırlarsanız, daha önce bu konuyu anlatırken. Bir balığın yakalanmasını filme kaydetmiştik. Oltaya yakalandı-Çırpında-Öldü-Erzak çantamıza girdi. Bu evreleri filme/videoya çektik. Burada daha balığın bu öyküsünü bilmiyoruz. Yani NEDEN'i anlatılmadan SONUCA gidilmiş. Birden sonucu anlatılıyor. Sonuç da şu: Balık CANLANDI. PEKİ NEDENİ neydi? ÖLÜYDÜ EVET, artık film ters oynuyor bunu hissettiniz mi? 61: Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti. Dikkat ettiniz mi olay ters sarıyor. Özellikle "UNUTTULAR" balıklarını unuttular derken bu UNUTMAK neyin nesi? Şöyle açımsayalım: Bugünkü Chat konusunu biz biliyoruz. Şu anı yaşıyoruz çünkü. Ama eğer ZAMAN oku TERS dönseydi. Yani yarın DÜN olsaydı, bu chat metnini UNUTMUŞ olmayacak mıydık? Şimdi zaman tersine çalışınca olaylar da tersine gitmeye başlayacak. 62: (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi. Yine Alimlere misal olarak şu kelimelere dikkat: "UNUTTUKLARI" noktadan uzaklaşıyorlar (Yani balığın canlı olarak denize kaydığı dakik noktadan). Musa "HEM BALIĞIN CANLANDIĞINI" görüyor fakat zaman tersindiğinden "UNUTUYOR”. Sonra zaman bir daha ileri akıyor. Musa diyor ki: "KUŞLUK (Duha) yemeğimizi getir. Yol yorgunluğundan acıktık”. Şimdi bir şeye daha dikkat: ÖĞLE yemeğine rezerve edilmiş balığı (Tahminen 13.00 cıvarında yenecek idi) öğleden önce yani Sina için 09.45 cıvarında yiyorlar. BİR ŞEY TERS değil mi?Onların zamanda 13.00'den 10.00'a geri gittiklerini dolayısıyla ÖĞLENLEYİN (13 cıvarında) canlanıp da denize kaçan balığın 11.00 cıvarında yenilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü kuşluk vaktinde balık diri değildi. Öğle vaktinde dirilmişti ama saatler ters çalışınca balığın canlandığını UNUTTULAR gördüklerini anımsamadılar. Bu neden böyle oldu? Zaman neden tersine döndü ve ne kadar tersindi? Bunun yanıtını da izleyen ayet verecek: 63: O da: "Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmustum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş" dedi. Evet yanıt şurada "ŞEYTAN UNUTTURDU". Şeytanın zamanının nasıl aktığını yazmıştım değil mi? Şeytan nasıl "UNUTTURUR"? Bu Kur'an da beş-altı ayette geçer "Şeytan unutturdu" diye... Sizce nasıl bir unutturma mekanizması? Yani şeytan'ın zamanına "Geriye" doğru birlikte akmaktalar. Orada o özel gün ve anda CPT'nin tüm T simetrileri birden işbaşında. 1. Zaman ileri akarken, Dolayısıyla orada uzay-zaman burulması oldu. Orada Zülküarneyn (İki zaman, iki kuşak sahibi'nin KARNEYN kirişi de oluştu. Tüm simetriler birbirine girdi. Zülkarneyn zamanı demek, İKİ zaman demek. Öyleyse denizin YARILDIĞI bir an var bir de YARILMADIĞI... İki deniz kavuşmadan önce yarılmışlardı. Bu "Musa'nın gelecekte geçtiği deniz" idi. Nasıl ki Zülkarneyn "Geçmişte Yecüc ve Mecüc'ü bir SEDD arkasına kavuşamaz biçimde hapsetmişti. Ancak gelecekte iki SEDD birbirine kavuşacak ve Yecüc Mecüc ile BİR ZAMANLI (Eş-Anlı, senkronize) olacağız. İşte burada ayet bir şeyi daha haber veriyor. "İKİ ZAMANLI" bir olgu var. Gelecekte (Yecüc Mecüc çıkacak gibi=Gelecekte deniz buradan yarılacak" haber veriliyor. Deniz yarıldı ancak zaman geriye çalıştı ve Musa geleceğini doğal olarak unuttu ama o balık bunu hatırlattı. O ayırmadı, denizin doğasıydı bu. Keban barajı yapılmadan önce o topraklar büyük bir göl altında mıydı? Bugün GAP baraj gölü Van Gölü’nden daha büyük olduğundan eskiden Türkiye'nin en büyük gölü derken, VAN sonra da Tuz gölü falan derdik. Şimdi Birinci Baraj gölü ikinci Van Gölü... GAP öncesine zamanda geriye gidersek şunu görürüz. O bölgede Murat ırmağı akmakta, Van ise en büyük göl. Sonra zaman bir daha ileri akarsa söyleyeceğimiz tepki cümlesi şudur: "Tüh be nasıl unuttum, GAP'ın en büyük göl olduğunu?" “Her ayetin 7 anlamı vardır" üzerinden, şu anda ilk mealini veriyorum.Yani (Kendimi reklam etmiş gibi olmayayım ama=daha BİRİNCİ anlamı veriyoruz. Şeytan unutturmuyor. Sadece zamanın akma yönündeki mecburi şelaleden geri gidiyorlar. Bu konu irdelenince (ikinci anlam olarak Ekminezis=Hipnoz altında geçmiş zamanları hatırlama, Şeytan işgaliyle unutma-anımsama) ve üçüncü meal olarak da aynı ayetin "REENKARNASYON" aldatmacası olan UNUTTURMA bölümüne burada girersek, yarına biteriz uykusuzluktan. Şeytanın aldatmacası içinde "Ekminezi" üçüncü anlamda "Reenkarnasyon" dördüncü anlamda MEAL veriyor. Merak etmeyin 7 anlamı da bende sabit var. Arada bir belki altıya iniyor olabilir o da benim acizliğimden (Rerk körleri kırmızı ve yelişi birbirine karıştır ya) Renk körü gibi düşünebilirsiniz arada bir bilmediklerimi... (Elmalılı dahil diğerlerinin tevilleri SIFIRINCI anlamdır. Yani düz mantık ile düz yazıp genişletmektir). 64: Musa: "İstedigimiz zaten buydu" dedi. Hemen geldikleri yoldan izleri uzerinde geri donduler. "Evet ANIMSAMA anında yani "Geriye dönen zaman" daha sonra yeniden "İleriye dönmüş" oluyor. Bu durumda bir şey çok önemli: "İzlerinin üzerine" GERİ dönüyorlar. Bu yanlışlıkla uykuya kalıp da otobüsten inemeyen yolcunun durumu gibi. Uyanınca bu kez başka bir vasıta bulup "GERİ dönüyor" ya da biz buna "Uzayın yürütülmesi" de diyoruz. Böylece Musa'nın beklediği ünlü işaret yani "BALIĞIN gittiği" o bölgede GELECEKTE ümmetini geçireceği YERİN TANIMI var. İstenen alamet buydu. Bu yüzden "Zamanları şeytanın osilasyonik zamanına doğru paralelellendi." 65. Bu arada ikisi katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini buldular. İKİSİ yani Musa ve Yuşa birini buldular ki, o Allah'tan bir rahmet (Yağmur gibi indirilmiş, zenginlik gibi Alllah'tan verilmiş) ve aynı anda "Yukarı çıkıp Allah'ın yakasına-haşa-sarılarak ilimi kendisi almış bir kul buldular. Ayet diyor ki kullarımızdan bir kul. Bu büyük bir şereftir. "İSMİ ZİKREDİLMİYOR" ama İKİ KEZ KUL. Nasıl ki Hz. İbrahim TEK DOST, nasıl ki Hz. İdris İLK ALİM. Hızır ise hem İbrahim gibi Rahmeti hem de İdris gibi ilmi ikisini birden alıyor. DUBLE bir üstünlük kullarımızdan bir kul demek: İbrahim (Çünkü RAHMET diyor ayette) ve İDRİS (Çünkü İLİM diyor ayette. Hem de ilmi Ledünni diyerek, Allah'ın Alimliğine haşa-ortak olacak kadar büyük bir ilim adı ayette LEDÜN diye geçiyor (Arapça bilenleriniz bu büyük cümleyi göreceklerdir). Kısacası orada Rahmet misaliyle İbrahim, ilim misaliyle İdris. İKİSİNİN İLMİ VE RAHMETİ var. Yani ikisinden üstü kapalı söz ediliyor. Misal olarak verilen RAHMET+İLİM=İbrahim+İdris=HIZIR'dır. Allah zenginliği dilediğine verir=İndirir. Ama ilmi İSTEYEN "YUKARI ÇIKAR" ve ALLAH'IN KATINDAN SÖKE SÖKE alır. Hz. İbrahim söke söke peygamberliği ve Allah dostluğunu (Halilullah ve HalilürRahman) almadı mı? İdris de öyle... İlk alim olduğu için peygamberlik doğal olarak geldi. Hızır ise tıpkı İdris gibi "Yüce bir makama" gitmek durumundaydı (Hz. İdris ölmemiştir, ölüm tattırılmış ve öldürülmeden yüce bir makama alınmıştır). İdris enterne edilmişti. Çünkü sermayesi Alim oluşuydu. Hz. İbrahim ise ölümlüydü. Hızır ise HER İKİSİYDİ. Rahmani tarafı ölümlü, ilmi tarafı ise İdris as. gibi ÖLÜMSÜZ idi. İkisinin ortalaması ise "Uzun bir süre zamanda kalmak" idi hızırın zamanı. Zamanın efendisi ya da DEHR'in sahibi (Allah Hızır'ın zamanı olan DEHR CPT'sine Kur'an'da ayette yemin etmektedir). Musa'da ise her şeye rağmen, o mübarek Tevrat'ın orijinalini almasına, Tur dağında ve Tuwa vadisinde kutsanmasına rağmen İbrahim ve İdris'in hele hele Her ikisini birden bünyesinde toplamış dolan (Bünyesine katmış, birleştirmiş anlamında yazdım) Hızır'ı özel bir statüde tutuyordu. Hızır'a Levhi Mahfuz'a (Kozmik bilgisayara) bakma haktkı verilmişti. Oysa Cebrail'e bu hak verilmemişti. Levhi Mahfuz’dan Kur'an Sidre'ye iner. Oradan da Cebrail alıp dünyaya getirirdi. Hızır doğrudan Levhi Mahfuz’la muhatap olduğundan oradaki her bir varlığın ayrıntısı biliyordu. Bunlar ayet değildir. Ayrıntıdır. Hızır ilmi kendi almıştır. Kimse vermemiştir. Allah sadece "Rabbi Zıdni İlmi" derseniz, kendi adı olan El-ALİM'in Rahmaniyetini o kuluna akıtıyor. Yani bedava bir ilim gelmiyor. Ermiş falan olmuyorsunuz. Yine çalışacak, araştıracaksınız, hakedince geliyor o ilim... Ne tuhaftır ki, büyük buluşlar hep bir rüya ürünüdür. Rutherford o ana kadar hiç bir şey bilinmeyen atomu bir güneş sistemi olarak rüyasında gördü. Murray Gell-Mann'da kuarkları rüyasında gördü. Weinberg bozonları (w ve Z) rüyasında gördü. Hem ne rüya... Weinberg bizden olabilir. Gel-Mann değil ama onun akıl hocası Zweig bizden. Kuşkusuz herşeyi yapan ve yaptıran Allah'tır. Ondan gayrısı boş. Ne Hızır umurumda olur, NE MEVLANA HALİDİ BAĞDADİ NE DE BEN KENDİ UMURUMA GELMEM. Herşeyi yapan ve yahtırtan Allah'tır. Bunun dışında Hızır şu bu hatta Resulullah'tan bile şefaat dilenen maalesef şirktedir. Allah'tan isteyeceğiz. Ne kadar büyük bir kul olursa olsun Hızır, İbrahim, İdris ve her salikh kul... Kimse kutsal değildir. Beşerdir şaşardır. İnsandır, kusurludur. Hiç kimseyi Allah'a ortak koşmamak, hiç kimseyi yüceltmemek gerekir. Bunlar olmasın diye Allah çoğunlukla çok sevdiği kullarını (Melekler de kullarıdır) ismen yazmayıp gizler. Allah melekleri için "Onlar onurlu kullarımdır" der. Hatırlarsanız Azrail'in adını ve Hızır'ın adını Kur'an'da bulamamıştık. Bir de Cebrail diye bir tek isim bile yoktu. Mesela kiramen katibin derken Kiramen "Allah'ın keremine, ikramına direk erişmiş" ve Katibiyn=İKİ KATİP demek. "Hz.Hızır’ın Zaman Yolculuğu" Yukarı DEHR ile ilgili bir ayet var. DEHR denen bir zaman birimi var. CPT denen simetriler yasaları var. T=Zaman dört yollu. İleri giden, geri giden. Bir ileri bir geri giderek sürekli ossilasyon yapan zaman ve bir de DEHR yani dilediğin gibi kullanacağın master'ı olduğun bir zaman=DEHR var. Şöyle bir örnek. Mekanda enine yolculuk yapmak (Zaman enlemi). Mesela Mekke ile Kudüs iki kent normalde siz uzay'da yürür/araçla gidersiniz. Bir de paranormali var: Siz durursunuz. Uzay yürür. Yani ayağınızın altındaki halı Mekke-Kudüs yönünde yürür. BUNA UZAY YÜRÜYÜMÜ denir. Zaman da bir boyuttur (V-1 kökiçinde sanal bir boyut, Minkowski uzunluğu). Aynı zamanda Kozirev'in "ALAN=Zaman enlemi x zaman boylamından oluşmuş soyut iki uzunluğun oluşturduğu evren yüzeyi (km2/s2) Sarfatti-Eiberg postulatına göre ise bu üç boyutludur (Zaman küresi) yani km küp/saniye küp. O halde zaman da üç boyutlu fakat SANAL bir uzayın ta kendisidir. Bu uzayda öyle ya da böyle yürüyorsak ve/veya uzay bize yürüyorsa, aynı mantıkla zaman-küre içinde biz yürüyoruz ve/veya zaman bize yürüyor. Resulullah Mescidi Aksa'ya gitmedi. Mescidi Aksa ona YÜRÜDÜ DEHR denen bu üçüncü tip zamanda. HIZIR özel bir yetkiye sahiptir. Zamanı bir ÇARK gibi düşünün, ya da Rulet masası gibi. Top çevrede dönüyor ve istenilen numaraya/böylmeye düşüyor. Hızır zamana DEHR (CPT-4) tipi giriyor. Yani zaman küresine veya çemberine TEĞET ama Zülkarneyn öyle değil: Daireyi kesen bir KİRİŞ gibi "İKİ ZAMANLI" yani biri ÖNCE diğeri SONRA olan İKİ ZAMAN=KARNEYN CPT-3 tipinde. Hızır gibi HER NOKTADAN değil TEĞET değil Sadece İKİ NOKTA=KİRİŞ'den giriyor. Kiriş ise Kur'an'da SEDD diye geçiyor. Zülkarneyn seddi. CPT-2 impulsiftir. Osilasyoniktir. Elektrik akımı yani şebeke cereyanı gibi AC'dir bir ileri bir geri akar. Bu zaman türüne sadece NÖTRİNOLAR uyarlar. Evrende başka hiç bir parçacık daha buna uyamaz. Nötrinolar aranılıp da bulunmayan ESİR (Ether)in ta kendisidir. Tamamen hayalettirler. Zamanda bir ileri sonra düzgün biçimde bir de geri akarlar. Nötrino ve antinötrinoların sanıldığı gibi zamanları birbirine ters akmaz, biri ileri diğeri geri gitmez. Her ikisi de BİR İLEİR-BİR GERİ akarlar. Düz gidene ANTİNÖTRİNO zamanda geri dönene de NÖTRİNO denmektedir. Yani zamanda ileri akan bir antinötrino, geriye çevrilen oku nedeniyle bu kez NÖTREİNO olur. Sonra yeniden Alternatif akım gibi yine zamanda ileri akar, sonra yine geri akar ve bu çok düzenlidir. Bu yüzden nötrinoların ünlü "ESİR" olma ihtimalini Louis de broglie %100 diye görmektedir. Nötrinoları bir yerden daha tanıyoruz: Şeytan cinler gibi (eksi ve artı yüklü elektron ve pozitron olmayıp, yüksüz bir elektron GİBİ DAVRANDIĞINDAN, NÖTRİNO RÜZGARLARI OLARAK (BU BİLİMSEL İSMİDİR) TANINIR. Nötrinolar tamamen hayalettir, maddeyle hiç etkiyeşmezler. Dünyanın ya da uzayın boydan boya içinden geçerler ötesinden çıkarlar. Madde onlara saydam davranır. Madde ile tek etkileşimleri ise şudur: Nötrino rüzgarı=VESVESE. Şeytan zamanda bir ileri gidiylor yaşlanıyor (Antinötrino gibi) sonra öleceği yaşa geldiğinde düzenli olarak bu kez gelecekten geçmişe akıyor ve gençleşiyor. Şeytan kıyamete kadar ölümsüz kılınmıştır, çünkü insanoğlundan intikam istemiş ve kendisine böyle bir ALTERNATİF AKIM gibi giden bir zaman verilmiştir. Böylece şeytan iki uç arasında AC gibi gider-gelirken cinler ve insanlar ise DC (Direck Current, Doğru akım, redresörü) tipinde osilasyonsuz zamanda hep ileri (veya hep geri) giderler. "Amaç-Araç" Yukarı Amaç ve araçlar etap etaptır. Evreleri vardır. Örneğin atomaltı partiküller araçtır amaç=Atomdur. Atom araçtır amaç moleküldür. Molekül araçtır amaç makromoleküldür. Makromoleküallerde araçtır amaç organellerdir. Organeller de vasıtadır erek olan Organlar (Mesela bir hücre)dir. Atom hücreye benzemez. Hücre de araçtır amaç örneğin bir tohumdur. Hücre canlıya üyedir ama ona benzemez. Tohum (Enfus=Sübje) araçtır AMAÇ o tohumun yetiştirdiği (örneğin) dev bir çınar ağacıdır. O da araçtır. Amaç Ormandır. Amaç dünyadır. Güneş sistemine araçtır, amaç sistem ise bu kez bir üst platformda Galaksiye üye olduğundan o da araçtır. Galaksiler de bir üst sisteme bağlıdırlar (Meta galaksiler, lokal evren sektörleri vb.). Bunlar da araçtır AMAÇ EVREN'dir. Evren ise sonsuzda biridir Süper uzayın. Süper uzay'da bir üst sistemin ARACIDIR. Böylece tırmanır ve sonuca ulaşırız: "KULLUK İÇİN YARATTIM/BENİ BİLMELERİ İÇİN". Bilmek ise BİLİM İLE OLUR. Bilim ALLAH'ı bilmek olan A S L İ ve T E K yaratılış gayemize hizmet eden tek araçtır. Bunun için Kur'an'ın ilk farzı O K U ile başlar kitabımız. Mana alemi diye bir şey yoktur. Bu evrenin üç uzay koordinatının karşı taraftaki üç soyut koordinatla birleşmesi (Birbirlerinin uzantılarıdır) ve daha önceki sohbetlerimde anlattığım HOLOGRAM olayı MANA ALEMİNİN TA KENDİSİDİR. İnsanın mana alemi Halusinasyondur (HALUGRAMM). Evrenin ise HALAUGRAMM'dır (Halogram). Bunları birbirine bağlayan bir köprü yani HOLE=Delik ya da tünel süreci vardır. Bunun adı da HOLE-GRAMM'dır. Sonra daha yukarı gidersiniz. Orada ise Kutsal biçimler vardır. Bunlara da HOLY ya da HOLLY GRAM denir. Artık Kozmos bitmiştir. Kaos vardır. Yani düzenler bitmiş yerini düzensizlik anaforları almıştır. Onların her biri bir ihtimal olup sonsuz ihtimal/olasılıktır ve bütününe Allah'ımız KÜLLİ ŞEY'in demektedir. HollyGramlar buradan oluşur. Yani tümü (İngilizcesiyle yazıyorum) WHOLE-GRAMM'dır. (Külli şey'in=Whole article) En başta ALLAH (WHO_WEL İQRAM vardı. Ondan sonra HOLOGRAM ve hiyerarşisi ortaya çıktı. Yani MANA ALEMİ dediğiniz şey şu saydığım tüm HOLOGRAFİK yapıdır. Mana=Mücerret=Soyut (Kompleks sayılar) matematiğinden ibarettir. Mesela kalbe düşen korku, beyne giren düşünce eksi yönde bin kilodur bunun gibi bir şey HOLLYGRAFİK EVREN. Demek ki olay sadece Laser ve hologramı değilmiş. Evrenin kendisi HOLOGRAM hiyerarşisidir. Bizim şu dünya yaşamımız ise bir HALÜGRAM'dır. (Hayal, hülya kelimesinin latince ve sankritçesi Holo ve Halau'dur. Hayale tıpatıp benziyor değil mi? "Etimoloji" Yukarı Allah bize HAYAL İKRAM ediyor. HÜLYA ikram ediyor. Hayal=HOLOistik uzaydır. HÜLYA=HÜ=O ile ilgili WHO_WEL İQRAM'dır. Bunlar boşu boşuna terimler değillerdir. Mesela ENERJİ, proto tipi ENERGY. Arapçaya bakalım: AL_NAR= Ateş demek okunuşu EN-NAR. Arapçayı ilerletelim NARGENG=ATEŞ gibi parlayan, NARENCİYE=Ateş rengi meyveler (Turunç, portakal vb.). Başına da harfitarifi getirip koyunuz. En-Narenciye ve Latince, ENERGY. Sankritçe ANNERGİYA. O yüzden HAYAL, HÜLYA=HOLO ve Halü (Sinasyon) derken şaşmayınız. Onlar kök dilimiz ADEMCE'nin kalıntıları ve uzantılarıdır. Yunanlılar dünkü çocuk. Onlar Avrupa dil ailesinden. O aile de Hint-Avrupa ailesinden. Hint Avrupa dillerinin atası, babası ise Sankritçedir. O yüzden sankritçe kelimeler evrenseldir. Arapça BURÇ (Kale demek). Almanca ever BURG. Kuzey dillerinde BORG İngilizce Borrough (Kısaltılınca MarlBORO'nun boro'su oluyor). Old English olarak yine Bourg. Fince ve Macarca da PORG ve PURİ. Latince de PARK (Parkur kent demektir). Türkçesi ise çok enteresan hani ev-BARK deriz ya o BARK işte. Barınak anlamında. Bunlar ata-kök dilin mirasıdır. O yüzden şaşırmayınız. Yunanca (Grekçe-elenceden daha eski bir illirya dilinin uzantısıdır). Latince ise Ladin ve Rim karmalarının ataları olan Etrüskçeden türemedir. Bol mikktarda Yunanca alınmıştır elbette... Ama bunların babaları vardır. Ölü latince. Dedeleri vardır, Arice. Büyük dedeleri vardır, Sankritçe. Daha daha büyük dedeleri ADEMCE. Arapça maalesef kullanılmıyor. Bize intikal ettirilen kulağa komik gelen KUREYŞÇE'den ibarettir. Keşke Arapça korunsaydı. Kureyşçe biçiminde ve böyle bir DİYALEKT olarak karşımıza çıkmasaydı. Acaba gerçek Arapça (Samice) ve gerçek alfabe (Nebat, Nıbti alfabesi) korunsaydı, Kur'an ile ilgili ne güzel şeyleri okuyup yazardık. Nebatiye ve sami dillerinde örneğin kulağa hoşgelen J ve Ç harfleri ile P harfi vardır. Ama Kureyşçede bu üç harf yoktur. Bir de Yeğen kelimesinde olduğu gibi Ğ ve Gül kelimesinde olduğu gibi G harfleri hepsi toptan kaldırıldı. Şimdi biz Haccacı Zalim diye bir adamın yazdıklarını ve harekelerini okuyoruz. Öne arkaya sallanıyoruz ve hafızların teğannisiyle Kur'an okuyoruz. Anlamadan bilmeden. Hiç okumadan okumak buna denir işte... Okuyamayacağız çünkü orijinali yokoldu. Harekeler sun'idir. Orijinal samicede yoktur. Siz örneğin Z' harfinin yanından A harfini kaldırırsanız ZI, ZA ve ZEL diye üç tane Z harfi koymak zorunda kalırsınız. Oysa Nıbti (Nebat) alfabesinde bu bir tek idi. ZI derszeniz kalın oluyordu ZA gibi, ZE derseniz yani yanına e getirirseniz ZE okunuyordu. Ü getirirseniz ZÜ (En ince okunuyordu). Kur'an'ın orijinal Arapçası ve alfabesi değişime uğratılmışsa da korunan ZİQR denen bölümüdür ki, o bize tıpatıp aynen gelmiştir. Ben de halimiz duman diyordum ama Kur'an öyle bir arkadaş ki inanın, kendisini buldurtturuyor. İlk indiği gibi size sesleniyor. Onun bu haline ZİKR (Orijinali JİKRA) Zikr kelimesi bu yüzden hepsi j yerine z ile yazılınca bizdeki hâlâ ve hala (Babanın kızkardeşi) gibi AYNI görünüyor. Oysa biri ZİKR diğeri JİKR. Tüm sami pronooucation ve transcription sesleri 38 tane. Tüm samice (Nebatça) derken şunu söylemeye çalıştım. İstanbul Türkçesi esas olduğunda harf sayısı 29 ama yöre-şive-lehçe vb. sözkonusu olduğunda işler değişir. Mesela oğuzcanın İstanbul ağırlıklı "Yıldırım çakar" kelimesi Azare Oğuzcasında Eldırım ŞaKhar biçiminde, Türkmen (Yaka oğuzcasında) ise ULDURUM JAHİR, Kıpçakçaya gittiğinde ise karşılayacak harf sayısı fazlalaşmaya başlıyor. Örneğin Yeni kelimesi aslında Kazak-kırgız dillerinde YENGİ. Aradaki ng İngilizcedeki go+ING gibi geniz Ng'si. Bunlar bizim alfabemizde yok. Bir ortak Türk alfabesi yapılsaydı harf sayımız otomatikman artacaktı. Sami dilleri de böyle işte.. 38 harf karşılıyor bu dili ve dolayısıyla KUR'AN'I. Örneğin B harfi NOKTALI, P harfi ise aynı harfin NOKTASIZI idi. Şimdi ise P ve P harfleri hiç alakasız biçimde yazılıyor. B harfi ile P harfi AYNI yazılıyordu ve sadece B'ye nokta konuyordu. Kureyşliler P diyemezlerdi B derlerdi. Kendilerine bile aslı olan araP'ı söyleyemeyip, Arab=Arap, ARAB demek durumunda kaldılar. Ama RABB doğru yani P değil. AraB ise aslen AraP. Bunlar artık olmuş bitmiş. Ben ise bir arkeolog gibi bu bitmişlerin çıkarımına çalışıyorum o kadar. Yani geçmiş ola... Nasıl kaldıysa öyle devam edeceğiz. Ve arapların hiçbiri de Kur'an'ı anlamayacaktır. Bu Allah vaadidir. Bu yüzden Kur'an'ı sadece gerçek ayimler (Fıkıhçı mıkıhçı, lügatçi değil) anlar. Dilerse yukarıdan aşağıya okur. Dilerse digitalize eder, dilerse sağdan sola okur, dilerse bir ışığı 7 (ye ayırıp renk renk okur) OKU'r çünkü "OKU" mak bir F A R Z dır. Bu konuda sorular var mı dostlarım? BU KONUDA yoksa ötekilere geçeceğiz. "Bilim ve Sanat Ayrılmazlığı" Yukarı Cennet ne güzel değil mi? Cenneti anlamak için şu şelalenin yanındaki yeşil serinlikte bir piknik yapmak, o enfes nilüfer çiçeklerinin yayıldığı suda O inanılmaz güzellikte kokan ve veremleri tedavi eden Çam kokusunu içine çekmek. Muhabbet kuşlarının rengi ne kadar güzel değil mi? Tel tel renklemişler. Zebra balığı BJK'lı gibi siyah beyaz. Şu lepisdes ise kıpkırmızı bir mercan renginde... Aman tanrım şu meyve ne güzelmiş. Çekirdeksiz üzüm... Kim bu tadı verebilir? Kim bir meyve suyunu "Karpuz denen bir kabuğun" içine şişeleyebilir? İddiaya varım ALLAH bir sanatçı, Musavvir=Tasvir eden, tasavvur eden, Vehhab=Onun tablolarının bir eşi daha yoktur. O Rasim'dir resmeder Cennetin seslerini, kokusunu o betimledi. Elhamdülillah! Allah=Baş sanatçı. Bilim ve Sanatın kaynağı KALPTİR. Demek ki eşit ağırlıklı ve bir dilemmadır. Bilim mantık öğesine dayalıdır. Sanat ise duygu öğesine. Bilim'de BABA gibi RAHMAN gibi BİR AĞIRLIK, sanatta ANA gibi RAHİM gibi bir HAFİFLİK vardır. İkisi ile insan insandır. Zavallım melekler tek mekanizmaları MANTIK, duygu yok ki? Duygu nefsanidir (Enfustadır). Mantık ise afakidir (Dış kabuktadınr). Melek mantığıyla hareket eder. Adı Azrail ise ACIMAKSIZIN öldürür. Memurdur çünkü, misyonu budur. Orada Allah'a karşı "Bu bebek çok küçük, çok şirin onu öldüremem" diye ağlamaya bile hatkkı yok. Zebani denen meleklerin ne yalvarmaya ne insaf dilenmeye karınları toktur. Çünkü onlar MANTIK'tan başka bir şey bilmezler. Bilim'de mantık maalesef bizi mahveder. Bilimin zekadan (Kurnazlardan) ve mantıklılardan (Radikal, fundementalist ve sceptik bilim adamı tiplemesi. Bunlar kendilerini hep Rasyonel sanırlar.) kurtarılması ve zeka-mantıktan soyutlayıp tek kaynağa AKIL'a yönlendirilmesi gerekir. Bir örnek verelim: Bilim adamı AKIL'lı ise sorun yok ama Bilim adamı Zeki-kurnaz geçiniyorsa maymunun çenesine insanın kafatasını geçirip PİLTDOWN adamı diye herkese yutturur ve foyası meydana çıkana kadar da EVRİMCİ toplar kuşaklar boyu, evrime kandırılmış kuşaklarımızı. Buna Zeki (Kurnaz anlamında) bilim adamı tiplemesi diyoruz. Salt mantık bir bilim adamı ise tam anlamıyla bir açmazdadır. Mantığı atom bombası yapmayı emrediyorsa ya da laboratuarda anthrax üretip de "İDEOLOJİSİNE" bilimi feda ediyorsa onda ve öncekinde olmayan tek şey AKILDIR. Bilim adamı Akıllı ise BİLGİN'dir. Salt mantıklı ise belki BİLGE'dir. Ama Zeki geçiniyorsa BİLGİÇ'tir. Üçü de farklı. Bilgiç=Ukala'dır. Bilge=Makuldur, Bilgin=Akildir. Üçü de A-K-L kökünden geliyor. Ukala-Makul-Akil, Bilgiç-Bilge-Bilgin. Einstein örneğin AKİL'dir. Bilgindir. Çünkü SANAT tarafı büyüktür. Yehudi Menuhin kadar güzel bir keman çalan bir dahi o? Müthiş bir Hayalgücühü çizerek gösterirdi. (Aynı güç yine Einstein gibi Balık burcundan olan Leonardo Da Vinci'de de vardı.) Da Vinci, bilim adamı, mühendis, sibernetik robot imalcisi, ünlü bir ressam ve heykeltraş ve rönesans müziği bestecisi... Ama en önemlisi bir mühendis ve bilim adamı... Onun ünlü yazıtlarında hep teknik çizimler vardır. Bilirsiniz... "Yaşam - Ölüm" Yukarı Yaşam bir elbisedir. Fizik elbiseden kalktıktan sonra öteki beden işlevsizdir. (Kök içinde eksi beden dediğimiz ya da aynadaki görüntümüz olan beden) asıl olan o bedendir. Bu beden adı üzerinde cesettir. İkisi de bibirinden ayrı olamazlar. Yani cesedin canlanması için öteki "Eksi bedene=Bilince" ihtiyaç vardır. Bilincin ise bedene ihtiyacı vardır, çünkü mekanizmi bedeni araba gibi kullanarak yürütür. Yani bedenin şoförüdür. Beden ise bir otomobildir. Yeniden yaratılmmadığı sürece bir ruh (Zihinsel üst boyut) hareketsizdir, kıpırtısızdır. Rüyamızda sonsuz özgürüz her yere koşup gidiyor olabiliyoruz ama aslında yataktan çıkamıyoruz. Hatta rüya bir karabasana kabusa bile dönüşebiliyor. Kıpırdayamadan kara bir rüya içinde kaskatı oluyorsunuz. Bu bize vücut olmadan bilincin hiçbir hareket yeteneği olmadığını gösteriyor. Ölüler "Aynanın" öte tarafında, ya da monitorun arkasında diyebiliriz. Bir spiker gibisin yaşıyorsun çünkü. Mesela mezarı başında rahmet okuduğunda o kur'an sevabının ona gittiğini sen göremiyorsun. Spikerlerin evimizde olması gibi... TV'den bize örneğin haber okuyorlar. Biz onları görüyoruz onlar ise bizi göremiyorlar... Burada spiker olan canlılar seyirci olan ise ölülerdir. Bunu Kur'an ayetle şöyle anlatıyor. "Onlara ölü demeyin, çünkü onlar sağdırlar, ölü olan sizlersiniz". Bu ayet ve bir de Şehidler ile ilgili bir ayet vardı ki, buna dayanarak spiker ve tv izleyicisi örneğini verdim. Yani spiker=Yaşayan, Evde TV'deki spikeri izleyen=Ölen. Spiker her eve (Mezarbaşına) gidebilir ama mevtalardan hiç biriyle konuşur değildir. Oysa ölü dediklerimiz onlar spiker gibi pasif değil tamamen aktifdirler. Dilerlerse TV’yi kapatırlar, kanal değiştirirler vb. ama spikerin böyle bir şansı yok. İnteraktif olarak konuya giremiyor spiker (Diri)... | |
Geri Dön Yukarı |