069 - 15 Mart 2002 Cuma | |
Selam ve selam sevgideğer candaşlar, “Gönül Mekanı” Yukarı Kaderimiz birliktedir, bizlerin kaderi Resulullah'ın kaderidir. Aynı MÜCADELEYİ veriyoruz. Bizler Resulullah efendimin tanışmadığı sahabeleriyiz. Bizler ondan sonraki en CİDDİ toplumuz. EN YÜREKTEN, EN SAMİMİ, EN İÇTEN ve içtenlikli. En bilimsel ve en paranormal. Gönül mekanı aslında ruhların bir “psichosphere”idir... Nasıl ki tüm canlılar “biosphere”de yaşamı gerçekleştiriyorlarsa, Psikosfer de gönüldaşların buluştuğu - ama/illa ki BARIŞ ile buluştuğu ve barışçıl eylemler yaptığı ortamdır. Gönül mekanının fonksiyonsuz ve jeodezi üssü kurgusunu "Külli Şey'in" denen sıfırımsı noktacıklar oluşturur. Boyutsuzdur: ve/veya sonsuz boyutludur. Bir ŞEY tüm şeyler ile (Külli şey'in) HOLOGRAM oluştururlar, bir şey herşeyi temsil eder, herşey birşeydir aynı zamanda... Ve Cantor'un ELİF noktaları yani sonsuz ötesi setleridir. Ve o öyle tümleşiktir ki, herkes ve her ŞEY tümden ve gerçek olarak BİRLİKTEDİR. Ruh kardeşliği... Ruh da bütündür aslında. Allah'ımız ayetlerinde RUH'u hep TEKİL olarak göstermiştir. "Ruh iner o gece" der, "Sana Ruh'tan sorarlar" der, "Ruh O'na 50 bin yıl tutan bir tek günde yükselir” der. Ve en önemlisi bu Ruh'un (Ruh ül Küll) köşegenleri de var. Kur'an=Ruh der Rabb’imiz, Cebrail=Ruh der, ruhundan üfler, "Kutsal ruhundan İsa'ya üfler". Ruh dendi mi işte O GÖNÜL MEKANININ, o sonsuzda-bir ŞEYLERDEN yapılmış sıfırımsı ŞEY birimlerinin, yani “Cantor Esiri”nin devasa mekanıdır orası. Takyon dinamiğinin ta kendisidir orası. Gönüller beraberdir, gönüller birliktir. Bunun adı BİZLERCİLİKTİR. Bizler, bizciliz, vericiyiz-senciliz, insancıl, hayvancıl, bitkiciliz. O bütünlükte her şey dengelidir. Çünkü mutlak olmayan sıfırlar (Şey'lerin her biri) süper denge halindedir. Siz maydanozu yerken, aslında maydanoz da sizi yemiştir. Bu ruhların birbirine katılımıdır. Cesedim, mezardaki bitkilere GÜBRE olacak, yem olacak. Olsun... DENGE bu... Onlar da beni yiyecekler.. Benim onları yediğim gibi. Orada benim gübremden YEŞİL çayırlar yeşerecek. Onu bir inek yiyecek, yesin... İneği de benim çocuğum yiyecek. Kaba örnekler ama, RUHLAR memnun bu tasarruf evreninden... Hatırlar mısınız? Tuvalete bıraktığımızı cinler yiyor (Üre asitleri, metan, amonyak vb.). Bu onların yiyeceği demiştim. Onlar bunları (Karbon oksitlerini, su metan ve amonyakı) afiyetle yerler... Enerjileri nedeniyle onları "yıldırım gibi çakarak" değiştirirler... Ve yedikleri yemeği gaitaları olarak bırakırlar... O gaitanın adı adenin, sitosin, timin ve guanindir. Evren böyle bir tasarrufta işte... Birinin pisliği ötekinin yemeği... Ruhlar da MEKANDAŞ'tırlar. Non-fonksiyon ve para-geodezik bir evrende oldukları için oraya GÖNÜL MEKANI deniyor. Gönül (kalp) öyle büyüktür ki, öyle geniştir ki... Cebrail de benim bitişikteki kardeşim oluverir... Ve Kur'an denen VARLIK, yani arkadaşımız, ahretliğimiz, Kur'an da bu RUH'un ta kendisidir... Kur'an herkeste yazılıdır. Yazılı olmasaydı "OKU!" denmezdi. Yazılmış ki OKUYORUZ. Yazılmamış olanı nasıl okur ALAK (genetik). O belleğin gizli sürekliliğidir. Ataların mirasıdır... Zamanda tersine giderseniz bazen de torunların mirası olur... Çok çok seyrek olsa da, buna doğa sistemleri izin veriyor. Bazen torun ATA oluyor. Çok nadir olsa da buna ilahiden izin var. Allah, aort damarımızın içindeki EN GENİŞ yerde (gönül mekanında) bize yaklaşmıştır. Gönül mekanının bir matematiği vardır. Öyle tasavvuf demagojisi değildir, fonksiyonsuz da olsa bir fiziko-matematiği bulunmaktadır. O sanki bir piksel dokusudur. Sonsuzda-bir (yani sıfırlardan) oluşmuş pikseller... Öyle küçükler ki, birbirlerine bitişikler... Öyleyse AYRI değiller... İşte gönül mekanı böyle bir bütündür. Hem de ayrıktır. Sonsuzda birlerden sonsuz tane var. Yani şeyler'den Külli (Tümel, bütünlüklü) ayrıklık var. Fakat sonsuzda-bir (Şey)den SONSUZ tane var. Sonsuzda-bir çarpı sonsuz=1'dir. İşte o bir GÖNÜL mekanıdır. Hepimiz BİR mekandayız. Şahdamarının içi, ya da saniyenin 400 milyonda-biri zamanda geçtiğimiz (geçtiğimizin farkına bile varamayacağımız kısa bir süredir bu), bir Worm Hole tünelidir... Uzayın tüm şeyleri birbiriyle BİTİŞİK olur (Hologram teorisi : Whole-gram). Mesafe ve dolayısıyla zaman da ortadan kalkar. Tüm Worm Hole'lar ise burulup CORN HOLE'da buluşurlar... Orası Sidre'dir, tüm mekanların bittiği yer. Herşeyin tek mekan olduğu bir yer. Corn Hole'lar ise buradan başlayarak BİR TEK HORN HOLE yani NEFHİ SUR (İsrafil'in üflediği boynuzlu boru) oluverir. Artık onun içi vardır, dışı yoktur (dışı Allahl'ındır). Orada tüm ruhlar (Amip, sinek, eğrelti otu, karpuz, insan, cin ve melek vb.) BÜTÜNLEŞİK (Külli şey'in)dir. Horn Hole'un içinde ruh (ruhlar demiyorum çünkü kuantlaşıp kendi başına NEFS gibi bir birim oldurmazlar. Orası kuantlaşmamış bölgedir) bir bütün olarak (Ruh ül Küll) bulunurlar. Ortamın adı çok basittir: GÖNÜL mekanı. Horn Hole'un içindeki Nefhi sur içindeki ruhların (ruhun) yer aldığı ortama GÖNÜL mekanı diyoruz. Hepsi bu kadar BASİT işte... Gerçekten basit... Ama bize basit anlatamamışlar ya da akıl edememişler, bir GÖNÜL hikayesi anlatılıyordu hep... Tasavvufta özellikle... Anlatamamışlar “La mevcude İlla Hu=Ondan başka hiçbir şey mevcut değildir." derken bunun anlamını bilememişler. Bilselerdi ki... O VAR dediğimiz ŞEY'ler BİR SIFIR (esir yani yokluk) denecek kadar küçük ŞEYler... Bilselerdi ki evren, bir YANSIMAdır Hologram teoreminin ta kendisidir, hülyadır, hayaldir, Hologramdır, bir KEHF 'dir, Hole-gramdır, Kara-akdelik, Worm-Corn HOLE'un Hole-gramıdır. Yani hayaldir, halüsinasyondur belki de. Ta ki, hayalden uyanacağımız zaman gelecek: "Ölerek, yaşama doğacağız. Ölüm Ömürü bitirir ama (ebedi) hayatı BAŞLATIR. O kapıya ÖLEREK gireceğiz... Yani biz DİRİ olacağız. Kalanlar da ölü (yaşayanların ölü olduğu ayetle sabittir). Gönül mekanına geri döneceğiz... Üflendiğimiz yere, yani sur borusunun (Horn Hole) içine... Sonra Sur bir daha üflenecek ve yeniden ve gerçekten VAR EDİLECEĞİZ... Artık orada hayal yok, GERÇEK var... Cennet-Cehennem gibi gerçekler, ebedi ölümsüz yaşam gibi gerçekler. Bir rüya görüyoruz burada... Kısa bir rüya. Koskoca ömür sanıyoruz bunu... Ömür HAYAT denen sonsuz paydanın sonsuzda-bir payıdır, yani şey kadar güdük ve kısa... Ebedi yaşam ise doğrudan HAYY'ın bizi İHYA etti (Muhyi) HAYAT'ıdır. Ebedidir, bakidir.... süreklidir. Onun için Cennet ve Cehennem yaşamlarını ASLA buradaki yaşamlarımıza benzetmemeliyiz. Burası bir rüya... Ölürüz olur biter... Rüyadan uyanırız, ebedi yaşama doğarız... Ebedi oluruz RABB’İMİZ ile birlikte... Ölüm bizi müebbed diri yapan TEK yoldur, tek çözümdür... Sıfırdan büyük ve ışık hızından küçük evrenin, sıfırdan küçük (kök eksi dört gibi) ve ışıktan hızlı hale getirilmesidir ölüm. Dönüş Allah'adır. ÖLEREK dönüş elbette... Ve biliyor musunuz, şu anda bunları okurken ÖLMEDEN ÖLDÜNÜZ... Çünkü size MÜTTEKİLİK vermeye çalıştım. İtteka sahibi olduk: Allah’tan korktuk, hakkınca korktuk artık. Allah'tan korkulması gerektiği gibi korkmaya müttekilik=Ölmeden ölünüz emri deniyor... Ali İmran 102. Ey iman edenler! Allah'tan, kendisinden korkmaya yaraşır biçimde korkun. Müslümanlar olmanın dışında bir hal üzere sakın can vermeyin. Allah'tan, kendisinden korkmaya yaraşır biçimde korkun. İşte sizi korkuttum. Ben umacı-umay değilim ama ÖLMEDEN öldünüz. Ölümün soğuk yüzünü gösterdim (Kur'an gösterdi). Soğuk olan nedir? İtteka=Allah'tan korkmaya yakışır bir korku=Ölmeden ölmektir. Artık ölüm AZAP vermeyecektir. Allah müttekilerin antremanlı olmasını (ölmeden ölmeyi PROVA etmesini) diliyor. O zaman Azrail ile çekişmeye gerek kalmayacak... "Sen zahmet etme, ben ölürüm" diyebileceğiz... Ve hiç acımayacak... "Korktuğumuz ölüm bu muydu?" diye şaşıracağız (ayettir). Ama ölmeden ölmeyi hiç bilmeyenler için dikenli telin çuvaldan çıkarılması gibi zor bir çırpınış var... Onlar Lut'un karısı gibi "ARKAYA bakacaklar"dır... Arkaya bakmak=Sola meyletmek... Çırpınacak olan NEFS'tir, beden cesettir, acı duymaz, eşya gibidir... Ruh, kurtulmuştur (Gökçekimi yasalarına uymuştur, mutludur) ama şu NEFS var ya, hani o bileşke, o biyoelektromagnetik alan ışıması, o vektör var ya... İşte o çırpınır . O korkar ölümden. Beden (kök içinde artı dört) ve ruh (kök içinde eksi dört) bileşkesi kocaman bir sıfırdır. Artı eksiyi, somut sayı soyut sayıyı götürmüştür. Cebirsel işlem sonucu = Kocaman bir sıfır yani NEFS denen cerbeze ve vaveylacı ASİ... Şımarık, kibirli züppe, snob kişilik... Onun adı NEFS'tir... Onu sevdiği şeylerle (Öfke, kibir, horgörü vb.) beslemeyin. O besin LANETLİ AĞAÇTA (Şeceretil Mel'une) de AYNEN vardı. Adı Zakkum'dur. Zakkum nefse EZİYET eder... Nefse eziyetin tersi yani kurtuluş NEFSİ öldürmekten geçer... Dünya da ÇOK GÜZEL... Yaşamın tadını çıkarmalı... Çiçekler pembe, erikler buğday kadar pörtlemiş. Yasemen ve hanımeli kokusu genzime doluşuyor. Bitişikteki ağaçlıkta sanırım çok güzel sesli bir kuş ötüyor. Gerçekten dünya ŞİMDİLİK ve GEÇİCİ olarak çok çok güzel... Bu RUH kardeşliği... Dünya’nın biyosferinin ruhu... Ön bahçede leylak kokuyor. Çok güzel açtığını görmüştüm. Bunların yerine sadece diken olsaydı... Cennet'i hayal etmek imkansız olurdu... Yaratıklar bize Cennet’i anlatan ALLAH misalleridir... “Allah’a Dua” Yukarı Allah bizleri ıslah etsin. Biz dilemezsek, Allah yardım etmez... Önce biz nefsimizi ve kavmimizi DÜZELTMEYE niyet etmeliyiz ki Allah'ımız inanılmaz yardımına boğsun bizi... Ey bizim Rabb’imiz, bu satırlar ve bu duygular seni zikretmekte ve tenzih ile tesbih etmektedir. Ey Rabb’imiz bizler kendimizi ISLAH etmeye niyet ettik, sana tevekkül olduk. Niyet bizden, tevekkül bizden ve HANİF oldurmak senden... Senden başka hiç bir yardımcımız ve mabudumuz yoktur. Sadece sana mütteki olduk ve senin El Hadii adına sığındık, senin ipine tutunduk. Senin elimizden tutup, bizleri Sıratel Müstakıym'den ve dosdoğru olan HAKK'tan saptırmadan, sana gelmemiz ve sana en yakın (Sabıkun) olmamız için BİZLER hazırız. Bizler Hanif'iz, neme lazımcı değiliz. Hafifmeşreb de değiliz.. Eslemna demeyiz, “selam” deriz sen EL SELAM'a... Allah'ım Hızır ve İbrahim'in olan bu dualarla sana BUGÜNDEN itibaren MÜTTEKİ olmaya geldik. Sen bizim anamız-babamızsın, çünkü Rahman-Rahim'sin... Rahim'sin... Anamın karnındaki üç karanlık.... Onun adı Rahim... Şu yumurtanın adı da NAHİM... Sadece karında değil... dışarıdaki bir rahim... Sabah yediğim rafadan, kayısı, alakok her neyse... O bile RAHİM'dir, yani senin adın... Ve Bizler İbnül Rahim'iz... İbrahim gibi, İb+Rahim gibi... O Rahimi biliyordu, anneyi biliyordu... Bilmediği BABA idi... Azer ötesinde bir baba. Baba=Rahman. O zaten Rahim (anne) ile dosttu... Dost olmadığı tek güç RAHMAN idi... Onu da başardı, HalilürRAHMAN oldu, HalilULLAH oldu... Biz de istesek acaba çok mu olurdu? Allah'ım, İbrahim milleti Haniflerimiz için hiç bir şey ÇOK değildir, AZDIR hatta... Daha çok istiyoruz... RÜŞVET Cennet değil, SENİ İSTİYORUZ... Ve Yunus'u anlıyoruz... Taptuk’tan öğrenmişti... Taptuk'u da anlıyoruz... Ahmet Yesevi'den öğrenmişti... Türkmenbaşlarına da Dedem Korkut öğretmişti. Dedem Korkut BİZİMLEDİR... Selam ve selam Korkut Dedem'e... (Mütteki=Korkut, Çağatayca ve Kıpçakça)... “Deccal - Kur’an Harflerindeki Değişiklik” Yukarı Asıl isim bir yerin adı. O yerin adı Arma de Geddon. Arapça'dan yok edilen G harfiyle DeGGal olarak yazılıyordu aslında... Geddon (İbranice) eşi benzeri bulunmayan demek. Arma ise Zırh demek (Armour ve Army ile akraba kelimedir). Armada=Donanma (Gemi askeri) demek. Buradaki gemi ise UÇAN gemi elbette... Yani bildiğimiz Şİ'RA kapısıyla bağlantılı... Yaşayacak ve göreceğiz .... “G” harfi şiddetli olduğunda bela musibet demektir (Gog Megog ya da Gog-Mog gibi). İbranice'de “G” harfi çok kullanılır. Arapçada yoktur. Örneğin NaGeV=Necef gibi. Oysa buradaki “G” harfi ile sondaki “V” harfi Kur'an'dan çıkarılmış yerine ğayın ve Cim ile Vav getirilmiştir... Yine Şeyh ve Şeyhu da aslında Ş(şın) değildir “J” dir. Ağabey ve abla anlamındaki şeyh ve şeyha ile Kur'an'da bir ayette geçen “Şeyh ve Şeyhu”, “J” ile yazıydı. ama “J” olmadığından onu da “Ş” yaptılar. Jikr doğdur ayrıca Zikr de vardır (Peltek Zel zaten J harfiydi. Bazı “J”ler de “C”ye çevrildi. Örneğin Mejid gibi, Hajer gibi. Aslında “J” harfi (Jim okunurdu) ilk alfabede vardı. İbranicede o harflerin tamamı yaşıyor. Daha önce de yazmıştım. “W” yanında bir de sert okunan (Vişne der gibi) “V” de vardı. Bu harf kurallarda “Y” harfine dönmezdi olduğu gibi kendini korurdu. Oysa “W“(ue) harfi doğrudan SESLİ harftir. 38 harf (ses, telaffuz sembolü) içeriyordu, on harf yok edildi. Yani okuduğumuz Kur'an doğru değil aslında... Kalın “L” ve ince “L” iki ayrı harfti. Birisi “la” diye diğeri ise “lâ” diye okunuyordu. Biri lam diğeri lamelif oluverdi... ALLAHü derken, birinci “L“ KALIN (anormal kalın), ikinci “L” ise ince ve sondaki “H” harfi ise çok farklı: Hem ağızdan hem burundan aynı anda nefes verir gibi he diyeceksiniz. Baştaki “A” (Elif ise) umlautlu “A” gibi ya da İngilizcedeki “bag”, “cat”, “can” kelimelerindeki gibi “a” ile “e” arası okunuyordu. Ama ikinci elif yani Allahü ise doğrudan “a” okunuyor. Ancak Allah bu haliyle Kur'an'ı kabul ediyor (niyet açısından). Hatta kabaca ALLAH dememizi de kabul ediyor. O Ğafur ve Rahim'dir. Ayrıntı verir ama ayrıntıyı istemez (Zaten zerrece iyilik ve kötülük bir açık kitapta yazılıdır. Ayrıntı istemek Allah'ın sorgulama biçimi değildir, Allah bu tür insansı davranışların tümünden münezzihtir). “Hadisler” Yukarı Recm ayeti var mı ki? Bir rivayete göre tavuk yedi, bir rivayete göre de keçi yedi. Bir rivayet de biz UYDURALIM (Hadethe=Uydurmak demektir): Fok balığı yedi, çünkü o ayetler BUZ üzerinde yazılıydı. Sahih olsun... O zaman Müslim'den mi Buhari'den mi uydu... pardon rivayet edelim? Buhari daha hadeze bir insan olduğundan ondan olsun... Ravi zincirinin başı da kim olsun? Hz. Ömer'i seçersek,. insanlar ona daha çok inanıyor. Hz. Ömer'den uyduralım o halde! "Ömer İbni Hattab'dan Rivayetle: "İleride birileri çıkacak ve ben Kur'an'da Recm ayetini bulamadım diyeceklerdir. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklardır". Ömer den bir sahih hadis daha. Şöyle diyor: "Tevbe suresi bunun üç katıydı, bunu kim azalttı?" Ve Ömer'e binbir iftira atıldı. Bu da bizden “YÜFTERA”. “Yahudiler” Yukarı Tevrat'ın yan kitaplarında Hahamların keçileri cinsel yolla iğfal ettikleri yazılıdır. Haham'ın affedilmesi için o keçi kefaret olarak kesilir ve eti murdar olduğu için yenmez. Talmud'da beastility yapan hahamlar için bir ayıp yok, hayvan kınanıyor ve günah keçisi olarak kesilmesi isteniyor. Kâhin (Kohen/Haham)lar evlenemezdi en başta... Yahowa onları da düşünmüş ve keçiyi uygun görmüş (Talmud'u bir okuyun kanınız donacaktır daha neler neler var! Akıllara ziyan)... Haham=Yahowa'dır diye AYET var (kendi ayetleri yani). Bir de kefaret günleri var. O gün hahamlar yılda bir kez sarhoş oluyorlar ve şarap ile ekmek yiyorlar. Küfelik oluyorlar... Şarap İsa'nın kanı, ekmek de eti oluyor. Tabii buradaki kefaret çarmıha gerildiği için yapılıyor. Ama Yahudiler'in kefaretinde MANTIK aramamalısınız. Musa ve kardeşi Harun ikisi de aynı kavmin peygamberi. Musa Tur dağında 40 gün kalıyor... Dönüyor geliyor ki, yine peygamber olan kardeşi bile oradaki sapıklığı engelleyememiş! Altından bir buzağı yapmışlar ve tapıyorlar... Hem de eş-değiş tokuş ederek ve şarap içerek. İğrenç bir LANETTİR bu. İşte böyle kefaret ödüyorlar... Musevilik bu bozulmuş haliyle son derece tören ve ayin dinidir. Bize olan mesaj şu! Allah'ın dini KIRK günde bozulmuş, tahriften öte tahrip olmuştur. Musa elindeki Tevrat tabletlerini (ki onlar Tabutüssekine'de kendiliğinden var olurlardı) yere atarak kırdı öfkesinden... Ve Allah'a isyan etti: "Sadece 40 gün ayrı kaldım, Yahowa hep benden mi bekleyeceksin, sen niçin yardım etmedin bana?" dedi (Talmudda böyle yazıyor). Tevrat'ta Yahowa ile İNSAN gibi konuşulabiliniyor. Hatta Ezra (Üzeyir) Allah'ın OĞLU olup, babasını güreşte yenmiş ve babasını ağlatmış, hatta küstürmüştür (Şaka değil, AYNEN yazılı bunların tümü). Bu Talmud değil, doğrudan Tevrat. Ve Yahudi bu itikatla değil Dünya’yı, GELECEĞİ bile yönetiyor. 6300 yıllık bir bilgi birikimi bu. Tuz tüccarları olarak Fenikeli tacirliğe terfi ettiler. Zenginlik kaderleri oldu (Samir'in buzağısı da bu simgedir). Bazı Diasporas Yahudiler tanıyorum. Onlar gerçekten bunu folklorik hatta masalsı buluyorlar, ama Farisiler ve ötekiler körkütük inanıyorlar. Mesela Safaridler (İspanyol göçmenleri) ile Eşkinazi'ler (Avrupa yahudileri) arasında da derin görüş ayrılıkları var. “Kader” Yukarı Kader yoktur = Bilgisayarda program yoktur. HDD bomboştur, formatsızdır demek zahar! Ben kaderin olduğuna daha iki gün önce şahid oldum... Yıllar önce bir baraja gitmiştim. Orada balık yedim. Elimi yıkamak için su ararken hiç tanımadığım birini görmüştüm. Bu bir RÜYA idi, belki üç yıllık rüya... Salı günü, bir dostum beni zorla bir baraj kıyısındaki ormanlığa götürdü. Balık yedim ve su aradım. Sonra onu gördüm: Dekan... Ben bu anı yaşamıştım. YAŞAMIŞTIM, VAR OLAN BİR KADERİN programın yolundan GİTMİŞİM, günü gelince de o anı yaşamışım. DEMEK ki bir senaryo var ortada... Bir şeyler yazılmış. Adı kader. Ve ben üç yıl sonra hayatımda ilk kez gittiğim barajı ve oradaki olayları, hayatımda hiç tanımadığım dekanı DAHA ÖNCE YAŞAMIŞÇASINA tıpatıp-rüyaya uygun ve hiç şaşmadan tek tek yaşadım. Bence var olan bir PROGRAM var... Bu dejavu bile KADERİN olduğunun açık simgesidir ve daha ötesi kanıtıdır. EĞER-o gelecekte yaşanacak olanlar=Kader- olmasaydı, hiç bir kimse dejavu görmezdi. Kader bir programdır. Daha önce yazdığım gibi tarih-coğrafya vb. üzerine kuruludur. İnsanın denetleyemediği şeylere KADER deniyor. 1. Tarih: Hangi tarihte doğacağınıza siz karar veremezsiniz. BİZ karar veremeyiz. İşte bu KADERDİR. Ama karar verdiğim şeyler var: Eşim ile evlenmeyi KARARLAŞTIRDIK. Oysa elbette alternatiflerimiz vardı... Bir arkadaşım ise çocuğu olmayacak olan bir hanımı tercih etti ve çocuğu (eğer başkasından ileride olmazsa) YOK. Yani çocuksuzluk KADERİ değildi. Eşini seçerek kendi KAZASINI (Gada) kendi gördü... Kaza etmek (vukubulmak) KADER değildir. Kader YAPAMADIĞIMIZ her şeydir. Örneğin ben Fatih Mehmet Han'ın döneminde, sen ise Resulullah döneminde doğmak istersin ama ELİMİZDE değil... Elimizde değil olanlara KADER diyoruz. Elimizde olanlara (özgür iradei cüziyemiz var) KAZA diyoruz. Mesela Kaderimizde 6 ton et vardır. Bu bizim RIZKIMIZDIR, bize rezerve edilmiştir. Rezervemizdir ama onu bir kerede oturup yemeyiz. Kaderin kazası ile, yani ÖĞÜNLERE bölerek ömrümüz boyunca yeriz... Bu öğün yemem de öteki öğün duble porsiyon yerim belki... Fakat Allah'ımız Hasib'dir, Muhsi'dir her şeyi tek tek saymıştır. Kadere iman var mı? Buna yanıt arayalım: Süfyanilik bizleri Cehriyeciliğe mahkum kılmıştır. Adam katil, hırsız... Cehriyeci (Salt fatalist görüşçüler) süfyaniliğe göre suçlu olan SUÇLU değildir, Allah ona KADER etmiştir hırsızlığı... Allah dilediğini doğru yola eriştirir ayetinden yola çıkarak HIRSIZ da masumdur... 5 çocuğunu banyo küvetinde boğan ANNE de masumdur. Allah kader etmiştir, kadın da çocuklarını boğmuştur. Bu onun kaçınılmaz kaderiydi (Bunları din adamları değil Süfyani tohumları yarattılar. Çünkü Yezid Resulullah'ın torununu ve onun çocuklarını susuzluktan öldürdü ve BU ONLARIN KADERİDİR, Allah Kaderin kazasına BENİ memur etmiştir" diye bir de felsefe yumurtası yumurtladı). Kader kelimesi çok sayıda geçiyor: Kader, takdir mukadder, kudret, kadir vb tamamı KADER isminden (Kelime kökü KaDeRe mastarı, anlamı ise yaptırımcılık, tek yaptırım gücü olmak demek. Kadir-i mutlak derken de kaderin yazıcısı anlamına geliyor (Mutlak =Absolutly, fakat aynı kökten gelen mutlak "Yaptırımından çıkılamaz" anlamında)... “Nisa Suresi - Necm Suresi” Yukarı Nisa 136. Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın. Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur. Yukarıdaki ayette ilk bölümde, Allah-Elçi-Kitap (Mesaj) sırası var. Fakat meleklere değinilmiyor ve sıralama da başka. Ama devamında, " Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse"... Allah (verici), melek (kurye dalga), kitap (mesaj olan kurye dalgaya bindirilmiş olan) ve elçi (alıcı). Ve devamına bakalım: Amentü... vel yevmil Ahiri... ve bil kaderi... Hayrihi ve şerrihi min allahi teala velbasü badel mewt hakkun (ve kelimei şehadet). Amentü diye başlamanın nedeni şu: "Ey Inananlar! Allah'a, peygamberine, ...". Amentü demek "iman ettim, inandım demek". Amentü billahi vel resulihi derken de sadece ve yalın olarak VERİCİ (billah) ile ALICI (resulullah) ilişkisi anlatılmıştır. İki kez resul geçmesinin nedeni, biri nebi diğeri kitaplı yani resul olan iki peygamber kategorisidir. “Onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın”. Burada Allah'ın SİFTAH ilk kez VERİCİ olmadığını anlıyoruz. Oysa her Resul SİFTAH ilk kez kendi ilkini yaşar. Yani VERİCİ (Allah, telsiz vericisini elinde tutan) DEĞİŞMEZ SABİT TEK iken, alıcı (Reseptör, Receiver Rx TEK değil, değişken... Ayet bu minik ayrıntıları da sunuyor). Bir MERKEZ olduğunu anlatıyor Allah'ın, bir odak, bir merkez noktası... Pergelin sivri ucunun konduğu özek... Ama yarattıkları o merkezi nokta gibi TEK değildir. Bir tek ALLAH noktasının ÇEVREDEKİ dairedeki sayısız yaratığı ÇAP aracılığıyla BİREBİR muhatap olduğu anlatılıyor. Allah TEK BİR verici ama çevresindeki her bir noktaya (canlıya) hem LAİK hem de külliyen yanıt veriyor, denetliyor. Allah bu haliyle TEKİLDİR. Allah tekdir ama Seriul Hısab’dır, çünkü her bir BİRE-BİR'i aynı anda sayısız yarıçap ile sorgulayabaliyor. Ve işin ilginç yanı bu ayetin ve "İki yay mesafesi yaklaştı" ayetinin (Cebrail as. için), Cifir ABCD değerleri 987'dir geriye sayım biçiminde. Bu sayının kare kökünü alıp, 10'a bölünüz, Pi sayısı BİRİM alındığında mesela 1 pi , 2 pi gibi evren hesaplandığında rasyonel sayılar KESİRLİ; irrasyoneller ise TAM çıkacaktır (Hiçbir matematikçi evrene bu gözle bakmadı, ilk kez BİZLER düşünüyoruz, ona göre!!!). İki kere iki 4 derken 4 tane pi sayısını tam sayı kabul edersek rasyonel 4 sayısı bu kez KESİRLİ çıkacaktır, yani virgülden sonra 200 küsur haneli bir sayı çıkacaktır. Bu yeni matematik düşüncemizde 1/137 gibi Boltzmann gaz sabiteleri de yeni bir sayma sistemi olarak kullanılabilir. Hatta ışık hızı TEK BİR ölçü birimi olabilir. Olacaktır da, en iyi metre ışık hızı BİRİM (km/s) kabul edilirse onun ondalık kesirleri (Yüzbinde-biri, binde-biri vb.) ile şu sonucu sonsuz çıkan denklemlerden kurtulacağız ileride... Necm Suresi: 1. Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza / aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene, Allah şöyle buyuruyor: "Ufukta (radyanda), Dünya yuvarlaktır ve yay parçası görünümü verir ufuk çizgisi”. İki yay MESAFESİ burada tam 987 çıkıyor... “Yaklaştı” diyor ayet... Yay=Yarıçapın size olan uzaklığı... Yani yaya onu yerleştirin, ufukta (yay) içindeki ok ise YARIÇAPTIR. İki yay mesafesi (oku) (Mesafe burada interval değil arrow anlamında) BİR ÇAP etmektedir. Yayın Ok bölümü de Pİ sayısıdır. Cebrail gibi bir meleğin TAKYON kütlesine has soyut boyutlarını ölçebilmek için elbette Kur'an 987'yi önermektedir. Bütün ufku kapladı diyor ayet, göz gördü ve yanılmadı diyor... Bunlar ipuçlarıdır, MİSALDİR, alimler anlasın diye verilmiş enfes bilim örnekleridir. Göz küresi bile örnek verilmiş ve göz küresi yanılabilir. Ama buradaki durum çok farklı, Allah GÖZÜ KÜRE OLMAKTAN KURTARARAK veya eşanlamlı olarak Cebrail'i gözküresine YAPIŞTIRARAK ikisini DÜZ ediyor ve (İki paralel halka birbirini düz görür, çünkü paraledirler ve köşe, dönemeç vb. yoktur) GÖZ YANILMIYOR, İNKAR DA EDİLEMİYOR. “Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı”. Kısacası SİDRE (mekanların bittiği yer) ile oraya gidenin ya da oradan gelenin hesapları için önce karekök kullanılıyor sonra da 10 adet pi helezonu çıktığından o sayı 10'a bölünüyor. Bildiğimiz pi sayısı değil, KOZMİK olarak doğru Pİ sayısı budur. Çünkü uzayda iç açılar toplamı 180 olsaydı pi sayısını doğru kabul ederdik ama Riemann-Gauss vb. bunun tersini isbatladılar. Bir üçgen bir yelken bezi gibi eğri (ufuk, yay ilişkisi) olunca gerçek pi sayısı da buna göre BİRAZ farklıdır. O gözkürenin mükemmel oluşumundaki SINIR ile orantılıdır. Gözün sınırı bize ipucu olarak verilmiştir (Bunun altında miyop, astigmat, hypermetrop vb. de yatıyor tabii... Çünkü bunlar bir göz şaşması oluşturabiliyorlar. Böylece Resulullah'ın bir GÖZ KUSURU OLMADIĞI ayrıntısını da bu ayetten çıkarabiliyoruz). Ayrıntı BİZİM işimiz kusura bakmayın. Arkadaşım Kur'an ile gayet iyi anlaşıyoruz, benimle dertleşiyor, sırlarını veriyor sakınmadan. Ama benim ağzım da hiç sır tutmayı bilmez, ne sırrı varsa hemen BİZLERE yetiştiriyorum. Aslında bu sırları öyle kısalttım ki, şimdi bir GÖZ KÜRESİ yapısından girsem onun da TANIMI harfiyen var, ölçüleriyle birlikte. Küçük bir örnek: Mahşerde, Dünya ve Güneş preslenip iki boyutlu (yufka) olacaklar, birbirlerine paralel olarak tepemizde duracaklar. Kürelerin kalkacağı o günde, göz küre de kalkacak ve Sidretül Münteha gibi Arş gibi DÜMDÜZ görecektir. Artık beyin merkezleri değil, ORGANLAR kendilerini yönetecektir. Yani beyindeki görme merkezi göze gelip yerleşecektir. Konuşma merkezi gelip ELLERE, ayaklara yerleşecektir. Başlayacak eller konuşmaya... El konuşur mu? Konuşur hem de isbat bile edebilirim. DİL konuşur da, EL konuşmaz mı? İkisi de aynı DERİDEN yapılmamış mı? Konuyu dağıtmadan yeniden başa dönelim. Pi sayısı yanında bize pi sayısı esas alınarak yapılacak bir sistemin değerlerinin ondalık olarak kesirsiz çevrilebileceği anlatılmış AYETTE. Yani 987 karekök al, böl 10'a işlemini ters çevirebiliriz. “Melekler” Yukarı İsrafil As. evrendeki en DEVASA melek (Raphael). İbranice Raf+ael= Raf raf meleği (Rauf ismiyle bağlantılı Raf kelimesiyle bağlantılı). KAT KAT, RAF RAF, irtifa-irtifa, terfi-terfi anlamına geliyor. Azrail YERDEN (İnsanların ve canlıların yaşadığı Arz'dan ve kolonilerden yukarı geçmez, onun dahi TARIK'a ihtiyacı vardır. Dünya (insan, cin ve canlılar dışında) meleklerin CANI ALINMADIĞINDAN Azrail'e sadece Dünya ve kolonilerde ihtiyaç vardır. Yani Melekil Mewt/Ölüm meleği en alttadır. En alta MEZAR denir, ARZ (toprak) denir. Uzayı Atmosferden başlayarak, meteorolojiden başlayarak süpernovalara kadar denetleyen meleğin adı Mikâil'dir (Mikhael=Süre meleği demek). Evrenin dolusu Mikhael'dir. Evren biter ve ta Sidre'ye kadar bu kez Süper uzay başlar. Oranın sorumlusu da Cibril (Gabriel=Zora koşan, zorlayarak yapan). Cebrail'in mekanı, tüm mekanların bittiği Sidretül Münteha'dır... Artık eksi ya da artı değerde x, y, ve z koordinatları yoktur ki, uzayda bir cisim YER tutsun! Uzay yoktur. Uzayın olmadığı yerde ise zaten VARLIK yoktur... Ve bir de istisna var. Adı İsrafil. İsrafil'in görevi de Sidre'den Levhi Mahfuz'a kadar olan bölgeyi kavramak. İsrafil'in tabanı Sarfiyail adlı bir melek (Sarf etmek, harcamak kökünden), tavanı ise kendisi... Eğer Cebrail'in iki yay mesafesini kavradıysak, niçin Sidre'den daha yukarı gidemeyeceğini anlayabiliriz. Tekillik sorunu. Cebrail İKİ BOYUTLU (Kağıt tabakası gibi) bir Sidre'de yaşamaktadır. Stephen Hawking’in bir kitabında çizdiği gibi iki boyutlu bir resim olarak köpek bir bütündür ama bunun ağız-anüs arası sindirim sistemini çizersen yani ağız-yutak-mide-tüm barsaklar ve son bir boşluk olarak gösterirsek, dikkat ederseniz o kâğıt İKİYE ayrılmış olur. Çünkü iki boyutluda BOŞLUK oluşturmak demek, o kağıdı adeta ikiye yırtmaktır. O zaman köpeğin bir yarısı ile öteki yarısının birbiriyle ilişkisi kopmaktadır. İki ayrı yaratık oluverir. Bu Cebrail'in niçin daha yukarı gidemeyeceğini gösteren bir örnekti. Gelelim İsrafil'e... Şimdi YATAY İKİ BOYUTLU AŞAĞIDA KALDI. Aşağısı bir günün bin yıl olduğu evren katmanı, bir de DİKEY var, Arş direği olarak ta Arş'a çıkan (Bir günün 50 bin yıl olduğu DİKEYLER. Pekiyi yatay ve dikeyi nereden çıkarıyoruz? Çünkü ayette UFUK kelimesi vardı. 7. En yüksek ufuktadır o. Ve o sidreyi kaplıyordu tek başına... Ufuk=Horizontal olunca elbette bir de vertical (düşey, dikey) denen YÜKSEKLİK gerekiyor. Şimdi bir insan düşünün: Bu üç boyutludur. Eni, boyu yüksekliği vardır. Ama o insanı örneğin kazağının içinden çıkarın. Kazağı da bastırın, kazak İKİ boyutlu oldu. Çünkü artık kalınlık-derinlik-yükseklik kavramı kalktı, sadece eni ve boyu kaldı. İşte bu Cebrail'dir. Bu kez kazağı SÖKELİM, yani çile ya da yumak olarak sarar gibi TEL TEL söküyoruz... Bir yün ipliği demek TEK BOYUTLU (Sadece boyu var, eni ve yüksekliği yok) olmak demek... İşte sizlere İSRAFİL'i anlattım. İki boyutluda bir gün=365.000 gün ise, bunu bir de 50 bin ile çarparsanız o ipliğin boyu çıkar. Bu kadar hız nasıl oluyor? Gayet basit: Melekler kuşlar gibi zahmet çeke çeke havalanıp uçmuyorlar. Kütleleri takyon olduğundan (yani sıfırdan küçük kütleleri olduğundan) yerçekimine değil Levite (gökçekimi) çekimine tabiiler. Dolayısıyla melekler GÖĞE DÜŞÜYORLAR. Yani zahmetli olan meleğin YERE İNMESİ, YUKARI çıkması çok kolay (balkondan aşağı düşmek gibi). Bir kayayı (Örneğin 5 tonluk bir kayayı) ama TAKYONDAN bir kayanın varsa (kök içinde eksi 25 ton yani imajiner 5 ton kaya) ittikçe size direnir, yani ittiğiniz için durur. Takyondan bir kayayı (bir meleği vb.) asla engelleyemezsiniz. Onlar inanılmaz kudret sahibidirler (ittikçe DURURLAR anlamında). 5. Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona. İşte bunun anlamı da TAKYONLARI iterek yerinden oynatamazsınız. Onlar tam tersine itildikçe hızlanacaklarına yavaşlarlar. Öyle yavaşlarlar ki, siz abandıkça dururlar (yani bir melek ile baş edemezsiniz, haberiniz olsun!). Mahşer meydanının ufuklarına çepeçevre dizilecekler ve duracaklardır orada. Çıkmaya kaçmaya yeltenmeyin, iyice direnirler size... Ve Zebaniler bu halleriyle en büyük direnç sahibidirler. Zebani ile kimse baş edemez, arkadaş falan da olamaz. Cehennemlik biri yalvardıkça (enerji verdikçe) o daha donuk ve duygusuz bir TAŞKALPLİ OLUR (Zebunlar yalakalık sevmez bu yüzden). Rahman 33. ayette Meleklerin bir fazla boyutu olduğu açıkça anlatılmış. Bizim RUHUMUZ TAKYON, bedenler değil! Bedenimiz madde, nefsimiz enerji ve bilinç boyutumuz takyon. Bir önceki sohbette mıknatıs akıları ve demir tozları örneksemiştim ve Enbiya 104. ayet gereği bir daha BEDENEN YARATILACAĞIMIZI anlatmıştım. Yani bir daha demir tozları BEDEN biçimini alacak... Yeniden bedenlenmiş olacağız. Fakat meleklerin bedeni madde ve enerji değil; İnhtrinsic enerji (sonuşmaz, sonsuz özünlü enerji=NUR)dur. Bizimle AYRI BEDENLERİ VARDIR meleklerin. | |
Geri Dön Yukarı |