090 - 8 Mayıs 2002 Çarşamba

Selam ve Selam,


“Kıyamet” Yukarı

Evrenin ilk yaratıldığı bir akdelik (Big Bang BB), sonra öldüğü karadelik (Doom Day DD) ve bunun ucunda yeniden AKDELİK var (Regenesis). Yeni yaratılacak yer için kısaca:

1. Sonsuz sayıda evren vardır (biri bizimki).
2. Tüm sonsuz evrenlerin toplandığı bir tek mekan vardır: Süper Uzay (Aşağı Misal Alemi).
3. Bunun üstündeki Hyper Uzay (Yukarı Misal Alemi) ise sonsuz sayıda SÜPER UZAY İÇERİYOR.

Misal alemlerinin üstünde (Berzah/Corn Hole, Horn Hole yoluyla) gidilecek olan SİDRETÜL MÜNTEHA vardır (mekanların bittiği yer). Sidre Cehennem, Cennet ve aradaki Mahşer/Arasat iki boyutlu dünyasından oluşmaktadır. Bu üçlü bölge, evrenlerin tamamının birleştiği vektör uzay. Burada yer alan Sidre-tül Münteha, varılacak olan son mekan anlamındadır.

Koskoca bir evren yaratmış ALLAH'ımız. Halifelik makamı için. Melekler tüm evrenlerin dokusudur, tüm evrenlerde yer alırlar. Melekleri Halife saymazsak (Melekler=Takyon), sonra ENERJİ yaratılmış (cinler halife olmuştur). Daha sonra da enerji MADDE ile eşdeğer olduğundan insan yaratılmış. İnsan yaratılınca (EN SON HALİFE'dir), böylece melekler cinler ve insanlar ile "ikisi arasındakiler" yaratılmış (bitki, hayvan, Yecüc-Mecüc vb.)...

Seçilmiş halife ise İNSANDIR (Münteha). Dolayısıyla kocaman evrende insan merkezli bir yaratık tablosu oluşturulmuş. Yaratık tablosu içinde, antropik görüş geçerlidir (Eşrefi mahlukat=Tüm yaratıkların en onurlusu ile ilgili ayeti anımsayınız). Antropik görüş Antro=İnsan merkezli görüş demek. Yaratık tablosu dışına çıktığımızda evren olarak işi ele aldığımızda, "Geosantrik=Dünya merkezli" görüşü terk ediniz. Ya da Güneş merkezli, Samanyolu merkezli vb. değiliz. Önemsiz bir evrenin, önemsiz bir galaksisisin önemsiz bir güneşinin, önemsiz bir gezegenine SÜRGÜN olarak geldik (İngiliz koloniceler ve mahkumların torunları bugünkü Avustralya, Yeni Zelanda vb.dir. Avustralya için, "Gardiyanlar ve mahkumlar sınıfı" çocukları diye tanımlayabiliriz). Biz de ALT Cennet’ten sürgün edilerek geldik.

İNSAN ÖNEMLİ fakat dünyamız önemsiz bir hapishane gezegeni... Önemini bilmeyen insanlar Cehennem’i yeni yurt edineceklerdir (geçici ya da sürekli). Önemi arada olanlar CENNET'e alınacaktır. Önemliler de TÜM EVRENLERİN bittiği mekan olan Sidre'nin (Mekansızlıkların) bittiği özel bir yere alınacaklar. Bu bölge asansörlüdür (Rauf, Rafraf, Refref). İlahi mekanların bittiği yer olan ARŞ'a uzanır ve Arş'a değdiğinde (Sabıkun & Mukarrebun=Seçilmiş ve yaklaştırılmışlar sınıfı), onlar da ALLAH mekanına komşu olacaklardır. Yani bu ÜST Cennet'i ALLAH'ımız alt Cennet gibi "OL" diye yaratmaktan öte, "Dizayn" etmiştir (çünkü kendi Arş'ını DİZAYN etmiştir ve bu Cennet de oraya dahildir).


“Tasavvuf” Yukarı

Önce morfolojisi ve etimolojisi: Tasavvuf >>> Sufilik... Sufi (Sophi) kelimesi tamamen TEVRAT ile birlikte getirilmiştir (Muharref Tevrat). Gerek TARİH, gerekse ilk monoteist din bu kitaptan çıktığı içindir ki, yan kitaplarında ve tefsirlerinde SOPHİ kelimesini görüyoruz. Bugün Kudüs'te yaşayan Yahudilerin dindarları gibi yaşamak ve o anlamda düşünmek anlamına geliyor. Ya da El Kaide ve Ehli Tarikat gibi yaşamak anlamında... İncil de İbranice yazıldığından ve Tevrat'a dayalı olduğundan Sofi kelimesi aynen Yunanca ve diğer dillere geçmiştir. Sophist gibi... Hatta Bulgaristan'nın başkenti Sofia gibi. Her Sophie'nin bir de "Filo"su vardır (Phillum). Yani Sofist felsefe anlamındadır.

Tevrat ve İncil'de olan BİZE de gelmeliydi. Bizdeki adı da aynıdır. Sufi... Sûfi çok iyi bir kelime gibi duruyorsa da iki kökeni vardır:

1. Feylesof kelimesindeki gibi,
2. SOFTA anlamındaki gibi.

Hatırlayınız, HALİFE:

1. Halef olan (Selefin yerine geçen), yani iktidardaki. Diğeri de muhalefetteki
2. Halife >>> muHaLiF de demektir. Yani Muhalif kişi (Allah'a ve düzene muhalefet eden).

Sufi kelimesi de böylece iki ZIT ANLAM içeriyor:

1. Derviş işi... Bu birincisi masumdur ve MASUM TASAVVUF'u üstlenmiştir.
2. SOFTA işi olan ise tamamen Yahudi Sufiliği (Süfyanilik de deniyor) Tevrat'a TAM BAĞIMLIDIR. Kur'an'ı "çerez" diye okur. Softa takımı genelde cahiller ve mutaassıblar diye bilinir ama onlar TEVRAT taşeronudurlar. Yöneticiler tam bir HAHAM'dır. Şu hazret, bu hazret diye duymuşsunuzdur. Yüzlercesi var bu hazretlerin. Daha önce ise İslam coğrafyası hakkında bilgi vermiştim ve demiştim ki, bir uçtan bir uca at ile 6 ayda gidilen bu coğrafyada, "Cep telefonları" henüz bulunamadığından DÖRT bucaktan dört ayrı tasavvuf çıktı ortaya...

Türkler Edebali'ye kadar YESEVİ ekolüne bağlıydılar ama Osmanlı'dan itibaren YEZİDİ ekolüne bağlandılar. Böylece Tasavvuf'un iki ucu meydana çıkıyordu: İslam Coğrafyası ENDÜLÜS ve Güneyi (Mağribiyye), en batı ucunu oluşturuyordu. Mağribliler tamamen farklıdır (Maliki, İbriz, Muhyiddini Arabi ve İbni Haldun), bunlar bir tasavvuf oluştururken "Bilimi ve Cifir'i öne aldılar... Mağrib (Batı) uzak olduğu için oradaki Malik-Arabi-Haldun sufiliği maalesef bugün yaşamıyor (Eser miktarda var: Malikiler Mutasavvıftır). Mağribilerin hiçbiri Arap değildir. Kırk yılda BİR TEK Arap (Muhyiddin) çıkınca ona da ARABİ demek zorunda kaldılar.

Mağribiler ARAP değildir. Berberi, Tuareg, Hami halklarıdır ki zaten tüm Afrika kıtası kuzeyi tamamen Hami ırkıdır. Hami ırkı SAMİ ile akrabadır ama ARAP değildir. Tüm Sahra'dan başka, örneğin Mısır halkı (Arapçalaşmış Hamiler ve Koptiler) Araplar'a en yakın oldukları halde ARAP değillerdir, Araplaşmışlardır. Bu ırk, Nil boyunca Sudan'ı, Zambia'yı vb. kateder, Etyopyalı, Cibutili, Somalili, Eritreli vb.), yine HAMİ ırkıdır. Hamice konuşurlar (Berbericenin Amhari, Danakil ve Sudan dilleri gibi).

O zaman şöyle bir çıkarım yapabiliriz: "BATI TASAVVUFU" Hamilere aittir. O Tasavvufu, Ebu Süfyan'ın torunları olan ve yönetici sınıf Endülüs Emevileri, tıpkı Edebali Vasiyet hanedanı gibi davranarak YOK ETMİŞLERDİR. Bugün o tasavvuftan El İbriz gibi kitaplar dışında hiçbir eser kalmamıştır. Ömer Muhtar gibi mutasavvıflar da öldürülmüşlerdir. O halde AFRİKA/MAMİ ülkesinde Tasavvuf Endülüs Emevilerince bitirilmiştir. Ama YERİNE dedeleri YEZİD'in tasavvufunu koyamamışlardır. Tam tersine tüm Afrika İslam coğrafyası, koyu bir Muhyiddinci olan Malikiler tarafından fethedilmiştir. Malikiler, bilindiği gibi namazda Sübhaneke vb. okumazlar (çok iyi), kadın başını örtmezler (örtünenler Berberi kültürünün ta kendisi). Yani Hamiler'in folklorik giysisidir, DİNSEL değildir. Hatta Sahara için özel hükümler vardır. "Bir kadın yanında ehli oldukça, deveye BİKİNİ ile binip gözden uzak olduğu sürece dilediği kadar seyahat edebilir. Onların seyahati ise iki hafta sürüyor). Yine Malikilikte: "Kadın başı açık namaz kılabiliyor ve KENDİ BAŞINA namaz kıldığında ise BİKİNİ (Ziynetleri örten iki parça giysi) giyebiliyor. Hamili kadınlar, doğrudan üzerlerine kendilerini sahra güneşinden koruyan bir örtü giyinirler ve altları tamamen giysisizdir. İç giyim 56 santigrat derecede mümkün değildir: Hemen tene yapışır ve ter aspirasyonu olamadığından asit gibi etki eder).

Malikiliğin burada REKLAMI yapılmıyor. Günahıyla ve sevabıyla anlatılıyor sadece... Mesela temelde yanlış olan şudur: İSLAMDA MEZHEB yoktur. İslamiyet MEZHEBSİZLİK üzerine kurulmuş ve ayetlerle bunun tersi yasaklanmış bir dindir. Ama işi o hale getirmişler ki: "Mezhebim yok diyene", HANİF demiyorlar, "Seni gidi mezhebsiz!" diyorlar, yani mezhebsizliği DİNSİZLİK sayıyorlar. Bir de başımıza çok gelen şey: Hanif olan BİZLERE harici diyeceklerdir (Haricilik Hammurabi kanunları gibi yaşamıyor artık). Haricilik denen (Ali ve Muaviye'nin her ikisinin de taraftarı olmadığı söylenen) tarafsızların grubunun başına da YEZİD katkı vermiştir. Yani Haricilik aslında bir Ebu Süfyan dümenidir, çocuklarının kurnazlığıdır. Böylece ALİ taraftarlarını ve ehli beytini Haricilere öldürtmek ya da onlara iftira ettirmek suretiyle, kendi cinayetlerini örtmüş oluyordu. Hariciliği TAŞERON diye kurdurmuştur Muaviye oğlu. Harici süsü verilmiş kimseler ehli beyti ve halifeleri namazda sırtından hançerlemeye başlamışlardır. Suçu HARİCİLERE atarak, Muaviye'de cinayetlerini örtmüştür.

İslam coğrafyasında, HAMİ bölgesini (Afrika) anlattıktan sonra, sırada Asya var. Samiler ülkesi ve diğerleri (Acem, Türk, Hint vb.). Araplar zaman bulamadılar. Emevi-Abbasi vb. derken fetihlerle geçti o dönemler. İslam konuşulmuyordu. SALTANAT ve parlak zaferler konuşuluyordu. Poitiers'deki yenilgiye kadar... VE İSLAM ARADAN kaynamıştı. Sırf ganimetten almak için Müslüman olanlar da vardı. Cumhuriyet fikri ölmüş ve İslam=Emevi saltanatı olarak nakşolmuştu beyinlere... Cumhuriyet KISA SÜREDE bitmişti ve kimse de uyanamıyordu. Asir ve Hicaz meliki Ebu Süfyan "Eslemna" diye verdiği saltanatını, Şam valisi oğlu aracılığıyla ve de Emevi HALİFESİ olarak geri aldı. Bu demekti ki Kureyşi ve yanında gölgesi Kurayza, İslam coğrafyasına SALTANAT aracılığıyla birlikte hakim olmalıydı. Cumhuriyet Halifeliğinde, Şura dininde Beytülmal bölüşülürken, saltanat HALİFELİĞİNDE ise tersine sadece SARAYA akıyordu mallar, vergiler... Camilerin kubbesi bile GÖSTERMELİK olarak ALTIN kaplama yapılıyordu. Saltanat zengin; ama halk yoksuldu. BAĞDAT HIRSIZLAR kenti olmuştu. Saltanat ise “1001 Gece Masalları”yla oyalanıyordu. O çağda konular belliydi: Ehli Beyt’in öldürülmesi, Hakem İbnül As'ın şeytan ile işbirliği yapması, intikam sesleri vb. YANİ kısaca TASAVVUF sıfırdı. Şimdi Birleşik Arap Emirlikleri ne yapıyorsa, saltanat da onu yapıyordu, Suudi gibi yaşıyorlardı. Fikir üretimi yoktu. HADİS uyduruluyor ve uydurana kese ile altın veriliyordu. Amaç Kurayza YEZİDİLİĞİNİ hadislere dayandırarak, İslam'a model yapmaktı.

Kahrolsun Aleviler vb. diyorlardı, Rafizi diyorlardı Ali yandaşlarına ve BİZE DE HALEN şu saatte söylettirebiliyorlar. Yıllarca alevi aileye bir umacı gibi BAKMADINIZ MI? KIZILBAŞ demedik mi? Oysa Ali yandaşları ötekilerden ayırt edilmek için başlarına kızıl eşarp sıkması kullanmışlardı. Yani Resulullah'ın tüm ahfadını öldüren SÜFYANİLERE. Demek ki Ali'yi sevmek ve cinayeti protesto etmek KIZILBAŞLIK ha? Pekiyi bu arada ötekiler ne taktı dersiniz başlarına... Hiçbir şey değişmedi. Şu gün camilerde kullandığınız namaz takkesi dediğiniz ruhban kepini taktılar... Ve haham takkecileri, karşı tarafa KIZILBAŞ dediler. Yezid öyle dedi ya! Biz de YEZİDİ olduğumuz ve Alevi olmadığımız için, "Tu-kaka kahrolsun kızılbaşlar" dedik. Halen de diyoruz. “Şu mahalle, şu komşu köyden ikincisi ALEVİ köyüdür" diyoruz. TC toprağı içindeki o köye hiç gitmeyen var. Yani bitişikteki köy öteki köye gitmiyor, ya da sanki Avrupa'ya turistik geziye gitmiş gibi gidiyor, başka bir ülkeymiş gibi... Bize bunu yaptılar.

Ben Şii, Alevi falan değilim. Bunların olması için benim MEZHEBİM olması gerekir. HANİF'im=Mezhebim yok. Vay canına: Ehli beyt'i, Hasan Hüseyin ve çocuklarını sen kıtır kıtır öldüreni seveceksin ha! Ben de bu HAKSIZLIĞI BURADA YAZDIĞIM İÇİN ALEVİ mi oldum şimdi! Yoksa sen CİNAYETİ seven bir terörist olmayasın! HAKKI , adaleti korumazsak MAHVOLUR, atalarımıza benzeriz. Ben "Sünniyim" diyeceğim ve YEZİD'i alkışlayacağım ha? ADALET istiyorum...

KASAP YEZİD'in yarattığı SÜNNİ'ler "Hak mezhebi" mi oluyor şimdi? Kasap az gelir, YAMYAM Yezid o! O size bir mezheb yarattı: Siz artık ehli Sünnet'tensiniz ve siz artık Sünnetullah'dan EBEDİYEN ayrıldınız. Cennet ve Cehennem birbirinden EBEDİ ayrılmışlardır çünkü... Sünnetullah'ı bırakıp, koşun Sünneti Muhammed'e şefaat edecek size! Ondan başka şefaat eden var mı? Allah da kimmiş?(!) Resulullah "Sünnet namazlarını kılmayanı" Allah'a şikayet edecek ve "Sen şefaatettin, ama ben istemiyorum" diyecek. Allah da "Ey HABİBİM, senin şefaat etmediğine ben şefaat etmem" diyecek. Yani sözde Resulullah, "Allah'a akıl vermiş olacak ve ayrıca Allah'ımızın haza DENEME yanılması olduğunu da ÖĞRENİYORUZ hadislerden, ayrıca İĞRENİYORUZ HADİSLERDEN. Rabb’imizi hemen tesbih ve tenzih ediniz içinizden ve Resulullah efendime de Allah ve melekleri gibi "Selam selam" diyerek (Salatüsselam da diyebiliriz) selavat getiriniz.

İşte İslam coğrafyası SAMİ MERKEZİ kesimi, yani ARABESK olan saltanat coğrafyası, Tasavvuf'u HADİSLER ile oluşturmaya çalıştı.

Bir hocanın kasetinde gözyaşları ile anlatılan HADİS: "Ashab da herkes (Ömer, Ebubekir vb.) Resulullah'ın büyük abdestine çıkmasını erketeye yatıp beklerlerdi ki, taze ve sıcak hemen yesinler diye”.... Ve 15 dakikalık bir ağlama krizi ardından hoca, "İşte, peygamber sevgisi böyle bir şeydi" diyor. “Taze taze" kelimesini de kasetinde kullanıyor...

HADİSÇİLER bu kadar aşağılık TASAVVUF hikayeleri için tohum ektiler. İşte böyle... Merkezi SAMİ İslam bölgesinin de TASAVVUF yapmaya zamanı olmadı. HADİS uydurmaktan ve saltanat ile fetihleri konuşmaktan zamanları olamıyordu ki! Dört kadın almak tamamen bir KARİYER haline geldiğinden, elbette dörde bölünmekten de zamanları olmuyordu... Çünkü Tasavvuf bir DÜŞÜN işidir, AKIL işidir... Akılsız ne anlar? Devenin sidiğini, peygamberin gaytayı mübareğini yerken, nasıl düşünecekler o kadar şeyi?

Şükür ki HANİFİZ. Rezil değiliz... Tasavvuf, bizim yaptığımız herşeydi ASLINDA. Külli Şey'in'den başlayın, hatırlayın HORN HOLE içinde olan bitenleri... Allah ile misaklaşmamızı bize doğumla unutturulmuş bu misakın ölümle hatırlatılacağı, Allah'ımıza Raci olup döneceğimiz. Cehennem’in kurulacağı ve tutuşturalacağı... Bunları sadece TASAVVUF FİZİĞİ ile anlattığımı kuşkusuz anladınız. Yazdığımız o kadar şey aslında POZİTİF HANİF TASAVVUFU'ndan ibaretti... Sadece Tasavvuf müziği, şiiri, lirizmi ve formaliteleriyle ilgilenmediğimi göstermek için DERVİŞ olduğumu bile saklamadım mı? BİLİM'e yöneltmekti amacım, ihmal edilmiş bilime. BİLİM İLE BİLİRSEK, TASAVVUFU'u da biliriz. O zaman AŞK ehli olmaya hak kazanırız ve şiir de yazarız .. Hiç BANDOSUZ, MEHTERANSIZ ordu olur mu? Söylevsiz/Hutbesiz Cuma olur mu?

AŞK bizde, ama hep AŞK deseydik, BİLİM NEREDE? İkisini birlikte sunmaya çalıştım. Sonsuzda bir noktalardan oluşmuş, yani SIFIRA en yakın değer olan (YOKLUK OLAN) Külli ŞEY+in'in ŞEY'inden bahsederken, o şeyin kocaman bir hiçlik SIFIR olduğunu söylediğimi hatırlayacaksınız. Ya da tasavvuf diliyle: "La mewcude İlla Hu!". HU!... O'dan başka hiçbir şey mevcut değildir derken benim aslında TASAVVUF'un EN YOĞUNUNU yaptığımı, Mehdi ve İSA'ınn da buna TABİ olacağını farketmediniz mi? Elbette anladınız. Ben Berzah derken "Corn Hole" içine girdim, orası Kalu Bela! Bunlar TASAVVUF'un fiziğiydi elbette, Aşağı Misal Alemi >>> Süper Uzay derken neyi anlatıyordu? TASAVVUFU'u. Takyonlar? MANA Alemi’ni, Allah'ın NUR'unu anlatıyordu. Hele biyolojik olarak NEFSİ öyle uzun ve detaylı anlattım ki... Mülheme, Levvame demeden ANLATTIM, GÖRDÜNÜZ değil mi!

Demek ki anlatılabiliyormuş. Aşk ehlinin gördüğünü BİLİM EHLİ de anlatabiliyormuş. Hem aşk ehlinden hak aşığı olup hem ilim ehlinden Alim (Allah) aşığı olup İKİSİNİ birden yaptığımızda HEM GÖRÜYOR, hem ANLATIYOR oluyoruz. Eğer bunlar bölünürse:

1. Aşık gördüğünü BİLMEZ ve susmak zorundadır.
2. Alim, KÖRDÜR, ama el yordamıyla İBNİ MAKTUM kadar İLİM almaya gelmiş kişidir.

İlim ehli SUSAMAZ. Çünkü aklın zekatı BİLİMDİR. Bilimin zekat olması için de PAYLAŞILMASI (öğretilmesi demiyorum) gerekiyor. “Rabbi zıdni ilmi” derken “İLM”, yani “BİLİM”, işte AŞIKTAKİ EKSİK! Aşığa diyor ki ALLAH: "İLMİNİ ARTIRMAMI İSTE". Bunun tersine robotik bir BİLİM adamı ise "HEVA HEVES" sayılıyor. Hızır der ki; "Rabbim, "Rabbi zıdni ilmi" diyenlerin SAYISINI artır”, yani "Rabbim ilmimim artır” diyenlerin çoğaltılmasını istiyor. Böylece BİR TEK insanda HEM AŞK EHLİ, hem BİLİM EHLİ, yani ikisi... Hem sanatçı hem Bilge, bunun ikisi aynı insanda olduğunda, HEM AŞIK OLUP GÖRÜR, HEM BİLGİNDİR, GÖRDÜĞÜNE KÖR DEĞİLDİR. İkisi aynı kulda ise artık aşık gibi SUSMAZ, mükaşefesini BİLGİN olduğu için ANLATMAKLA yükümlüdür. Allah'ımız, HER BİR HANİF kulunu HEM AŞK HEM İLİM EHLİ yapsın. Bu çifte zaferdir. İki kere iman gibi, iki kez selam gibi. İlahi sanatın sanatçısına AŞIK diyoruz. İlahi sanatçı ALLAH (Musavvir >>> Tasvir eden, tasavvur eden), yani ressam, heykeltraş, kelamcı (nesir, nazım)... ALLAH SANATÇIDIR. Cennet sesleri MÜZİKTİR, Allah bestekardır, Kalbinizin ve kalbizikrin TEMPOSUNU tutturan da odur. Ötekiler gibi (Şuara) DELİ ŞAİR olup, vadi vadi dolaşanlardan değildir HANİF ozan!

Allah resullerine VAHY, fakat TÜM KULLARINA ilham verendir. Elham+d demek ilham vermek, esinlendirmek, kişisel diyalog demektir. Böylece aşık olacak ve “La Mevcude İlla HU" diyeceksin, ama aynı zamanda ALİM olacaksın ve "La İLAHE İLLALLAH"ın da DİGİTAL matematiğini bileceksin! Ondan RAKİM, Rakim'den KEHF çıkaracaksın. O Kehf (Mağara)in sonunda KALBİN olduğunu görecek ve yeniden "La mevcude illa hu" diyeceksin. Ama şu farkla ki: "Artık sonsuzda bir noktacıkların yani hiçlik=Esir'in de ne olduğunu bileceksin. Daha doğrusu hiçbirşeyin OLMADIĞINI, MEVCUD olmadığını bileceksin. HOLOGRAM (Hayal, Hülya dedim)... Bunların yığınla alt-matematik modellerini çizdim, HERŞEY BİR HAYALDİR dedim. Bu TASAVVUF değil de NE?

Gördünüz mü, sizlere ben YESEVİ'nin TASAVVUFUNU GETİRDİM. Anadolu erenlerinin hocasının ve o hocanın hocası da DEDEM KORKUT. Türkoğlu Türk. Aynı zamanda 7200 yıl yaşadığı için de İBRAHİM MİLLETİNDEN. O ki, Süleyman'a "Sen tahtı gözünü kırpmadan getiririm" diyen ve getirendi. Musa ve Yuşa ile ZAMAN içinde ZAMAN randevusu verendi...

Buhari’nin Müslim’in değil, bu 6 kitabı ibretle okuyup reddeden YESEVİ'nin hocasıydı. Buhari'nin yalancılığını DEDEM yüzleyecek! Ve Buhari ise Yahudi'lere ayrılmış Cehennem’de yanacak. O taptığımız Buhari...

Müslümanlıkta şu sıra var:

1. Allah.
2. Resulullah
3. Mezheb imamı
4. Buhari ve Müslim

Allah'ı saymazsak, tanrılarımızın Resulullah-İmam-Buhari üçgeninden oluştuğunu ve buna ayrıca mürşidimiz kimse, şeyhimiz, vb. ekleyip, yanına da sos olarak evliya menkıbelerini serpiştirdik mi oldu size İslam... Ama artık böyle olmayacak. Çünkü : Tarikat, Şeriat, Marifet ve Hakikat derken. Tarikat? Şeriat? Marifet yani ARİF olanın yaptıkları... NEDEN ALİM DEĞİL de ARİF. Neden Arif (Hak aşığı) yanında ALİM (ki ayetler sadece alimlik temasını işler, ariflik yoktur) olmayı eklememişler? Yani neden sadece MARİFET, niçin MALUMAT YOK orada ayrıca... Marifet (aşk ehli) yanında Malumat (ilim ehli) ATBAŞI gitmeliydik oysa.... Ve HANİF bir Tasavvuf'da artık MARİFET yanına AYRILMAZ biçimde MALUMAT'ı da koyarak böyle bir darbe yapın beyinlerimizde. Tarikat mezhebden gelir. Şeriat yoktur, Sünnetullah vardır. Marifet yarımdır. Onu tamamlayan kuşkusuz ki, MALUMAT'tır ve HAKİKATA eğer öteki yoldan gidersek, hakikata değil HADİSATA ulaşırız. Hakikat TEKTİR. Hadisat ise (hadisler) MUHTELİF'tir yani ihtilaflı çeşitlemeleri vardır. Hadisat'tan SAHİHAT'a (kendi doğrumuza) gideriz. EVRENSEL doğruyu asla yakalayamayız. SAHİHAT ve HADİSATI terk etmeliyiz. Sahih hadisler de zaten SAHİH değil, Allah kelamı dururken HADİS denen kul kelamına hiç ihtiyacımız yok.

Zuhurat ve mükaşefe bende yok mu sanıyorduk? Zuhuratta gördüğümün ŞAHİDİ yok ama şurada bir Külli Şey'in'i anlatırken ŞAHİT ÇOK. O bende kalsın. Ama ilim ZEKATIMdır benden çıkması gerekir, yayılması gerekir, sımsıcak... Asırlar ötesinde bile sıcacık olmalıdır... 14 asırdır İLM yok, AŞK ise çok oğlu çoktu. Allah ilm ve Haniflik kelimelerini BUGÜNLERE sakladı. Alim diye bildiklerimiz hep fıkıhçılar vb. idi. Hukuk, kelam vb. bunlar sadece bilimde USULDÜR ama BİLİM değildir. Ne zamandan beri kendilerine ALİM dediler o usulcüler... Alim olmak kolay mı? Son nefeste KİŞİSEL OLARAK BİLDİRİLECEK bir SIR'rı o nasıl önceden bilir de "Falanca meşhur Alime göre...", ya da "Alimler alimi İmam Gazali" nasıl diyebiliriz. Alimler alimi, Alimül ulama >>> El ALİM=ALLAH'tan başkası değildir. Gazali ALLAH MI? Alim bile değil! Mezheb bilgileriyle alimlik olmaz! Kadı alim değildir, hukuk usulünü bilmektedir hepsi bu... Hukuk ise ülkeden ülkeye değişir bir oynak kavramdır. Rusya’da yargılanmak başka, Belçika'da yargılanmak başka... USUL asla İLİM değildir. Usulcüler de ALİM değildir. Hiçbir sakallının olmadığı yerde keçiye ABDURRAHMAN ÇELEBİ derlermiş ya! (Çelebi=Aydın, Arif, Alim). Bizde de 12 asırdır önüne gelen mezhebçiyi "Meşhur alim yaptılar" öyle lanse ettiler. Kahrolasıcalar...


“Messenger - Stephen Hawking - Zig-Zag” Yukarı

Bende Webcam var, Jana ile yüzyüze görüşüp konuşuyoruz. Mrs.ccp katılmıyor, öleceğine üzülüyor. Bir de avurtları çökmüş, deri kemik kalmış, böyle görünmeyi istemiyor. Bunlar kompleks elbette... Jana ve ben onun en iyi iki dostuyuz diyebilirim. Motor Nöron hastalığı onun suçu değildi ki? Jana kolayca atlatıyor şu sıralar. Ama KMA'ya aniden gelmedi felç... Yavaş yavaş geldi ve iki tarafına geldi, yani zaman enerjisi fazlasını atamıyor, o da hatları (sinir sistemi kablajını) mahvetti.

Jana iyileşirken, Hawking fenalaşacak... Nöbet devredecekler. Selamlarınızı KALBEN söyleyin o duyacaktır (garanti veririm). Eğer Hawking giderse (ölürse) üzülür müydünüz? O zaman hazır olunuz. Çünkü NÖBET artık JANA'nın. Evet Hawking kısa bir süre sonra gidici. Görevi Jana'ya kadardı... Ve Jana artık Karl değil Carol M. Allein olacak. Brezilyalı olduğundan Carol Allende olacak. ZigZag tarihinde ilk kez bir bayan K. M. Allein. Biri iyileşirken ötekisi aynı miktarda yaşam faktörlerini yitirecek. 10 dakika sonra bunu konuşacağız. Jana=Messenger, Mrs.cp =Passenger.

O Allah'tan gönderilen bir lütuftur. Jana Kur'an'dandır. Acaba Hawking'i de Aşiyan'a mı gömsek? Ona bir mezar ayarlamak gerekir. Bir de bütün ajansların birinci haber ettiği bir cenaze töreni. O Müslüman olduğunu ilan edemez, BEN İLAN EDEBİLİRİM onun Müslüman olduğunu... Mrs.cp ve Miss.ccp görevleri FARKLIDIR.

O gideceği alemde çok mutlu olacaktır. Üstelik felçsiz falan, koşacak ve genç bir delikanlı olacak. Onun bir sözünü nakledeyim: "Ölümden önce hayat var mı?"... Ve bu sözü TARİHİ değer taşıyor. Literal olarak kayda alınacaktır...

Mezartaşını sipariş etmeliyiz. Jana gelene kadar o tekerleklere mahkumdu. Tesla gibi artık anılmayacak. Ta ki bu yüzyılın sonunda gündeme getirilecek. Tesla, Hawking hiç anılmadılar ki? “Yaşasın Edison ve Yaşasın Einstein” .

Edison elektrikli sandalyeyi yaparken, Tesla aynı yıl TV'yi icat etti, hem de tüm parçalarıyla. Flamanlı lambalardan başlayarak tüm parçalarını icad etti. Einstein'ı Hawking İKİ kere solladı... Ve ödülsüz ÖLÜYOR (Lucatien ödülü ödül değildir). Nobel'i alamayacak. Çünkü komite onun Müslüman olduğunu biliyor (Hawking Ali İmran 113-114'de gizlidir. ADRESİ orasıdır). “GECELERİ” kelimesinde sır var. “Geceleri Kur'an okurlar”... GİZLİ MÜSLÜMANLIĞIN ADRESİ orasıdır.

Ali İmran 113. Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar.
Ali İmran 114. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyilik ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirler, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırlar. Hayır işlerde yarışırcasına koşarlar. İşte bunlar hayra ve barışa yönelik hizmet üretenlerdendir.

“Gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar”... GİZLİ MÜSLÜMANLAR demek, GÖSTERMEYENLER, AÇIKLAMAYANLAR demek. Zaten hep saklıydı. İlk Müslümanlar gibi. İlkler 110'lar ama burada anlatılan Hawking'ler, yani 114'ler. Zig-Zag'dan ibaret başkaca HİÇBİR ANLAMI yok... Sadece Zig-Zag! "Gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar” derken buna siz 104'ler de giriyorsunuz. Çünkü sizler de sadace GECE VAKTİ FAZLA NAMAZ kılıyorsunuz. Yani farzdan ÖTE namaz... Bu saatte bu gecenin ilerleyen saatlerinde BİZ ne yapıyoruz? Gece vakitlerinde ALLAH'ın ayetlerini okuyup, Kur'an okuyoruz... Ve sohbet bitince eminim ben dahil pek çok kişi "secdeye kapanan" olacaktır. Bu saate kadar ALLAH'ı zikreden EVLER'desiniz.


“Tahrim Suresi - Hz. Ayşe” Yukarı

Ayşe anamız bile AKLANAMADI. Allah indinde entrikacı sayıldı. Hatice Anamızın tam tersine... Ayşe anamız, Ali'nin soyuna ve kendine ölümü azmettiren bir siyasetçidir. Katliamı Ayşe azmettirmiştir. Ebubekir yaşasaydı, Kızına lanet eder, belki de öldürürdü ya da efendimize "kızını" teklif etmezdi. Bir de Hafsa ve Ayşe ile ilgili ayet var. Orada AKLANMADIĞINI, sadece tevbeye çağrıldığını okuyabilirsiniz. Üstelik Allah diyor ki, "Sizleri bıraktırırım ve yerinize daha hayırlı bir dul (Hafsa annemiz) ve bakire (Ayşe anamız) getiririm".

Tahrim 3. Hani, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice söylemişti. Sonra eşi bu sözü duyurup Allah da onu Peygamber'e bildirince, Peygamber sözün bir kısmını açıklamış, bir kısmından vazgeçmişti. Peygamber, sözü eşine bildirdiğinde o: "Bunu sana kim haber verdi?" demişti. Peygamber de: "O her şeyi bilen, her şeyden haberi olan bana bildirdi." diye cevaplamıştı.

Tahrim 4. Eğer ikiniz, ey hanımlar, Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz kaydı; yok eğer Peygamber'e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, onun destekçisidir. Cebrail'le iman sahiplerinin barışçıları da. Bütün bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

Tahrim 5. O sizi boşarsa, kim bilir belki de Rabbi ona sizin yerinize sizden daha hayırlı eşler nasip eder: Allah'a teslim olan, iman sahibi, gönülden bağlı, tövbe etmesini seven, ibadete düşkün, yolculuk edebilen dullar ve bâkireler.

Peygamber eşlerinden Hafsa ve Ayşe. Ayşe idi bu. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Ayşe entrika çeviriyordu. Hafsa otuz yaşlarında ve boşanmış bir bayandı, Ayşe ise şımarık ve bir bakire. İkisi de aynı anda Resulullah'ın eşiydiler. Ayşe anamız "Bizans" oynuyordu. "Çünkü kalpleriniz kaydı" >>> ENTRİKA anlamında. Allah’a inancı ve itaati zayıftır Ayşe’nin. Tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul (Hafsa) ve bâkire (Ayşe) eşler verebilir. Tevbe etmesi ve ibadeti de yok gibiydi. Ramazan'da sürekli "Kadın hastalığı" bahanesi. Her Ramazan jinekolojik özürlü olurdu Ayşe, bayramda ise turp gibi sağlam. Çünkü oruç yoktu bayramda. Allah, Ayşe'ye çıkışıyor ve evliliği bitireceğini söylüyor (Tevbe dışında).

Hatice anamız olabilir mi? Çoktan vefat etmişti... Diğeri köle, ötekisi evlatlığının eski eşi. 80 küsur yaşında eşi de vardı Resulullah'ın ama Tahrim suresi son gelenlerden ve surenin başı zaten... Geriye Ayşe ve Hafsa kalıyor. İKİSİ diyor ayet. Çünkü aklı başında Hafsa'nın Ayşe anamıza uyması yakışıksızdı. Hafsa minyon tipli iken, Ayşe 24 yaşında olmasına rağmen Hafsa'dan boylu ve kilolu hatta yaşıt görünüyorlardı. "Kocamız hangimizi daha çok seviyor? Bir iş çevirelim" dediler. Hafsa uymamalıydı. Ayşe Hafsa ile yarışıyordu, çünkü kıskançtı ve tek olmak istiyordu.

Resulullah'ın yatak odasına ve yüklükteki Kur'ana (Kemik, deri, tablet vb.) EL KOYDU, MİRAS niyetine aldı. Ali Halife olunca, çıldırdı. Hemen Şam valisi Muaviye'yi (Ebu Süfyan'ın oğlu) çağırdı ve "Halife sen olacaksın" dedi. Adamın BELKİ de aklında olmayan bir şeyi gerçekleştirmek için elinden geleni yaptı. Hakem tayin edildi ve anlaşmaya göre Ali ve Muaviye Halifelikten vaz geçeceklerdi ve Yüzük (Halifelik damgası) Musa isimli ÜÇÜNCÜ KİŞİYE verilecekti, yani bir başkası İSLAMI BİRLEŞİK TUTMAK için Halife olacaktı. Ayşe anamız rahat durmadı: Amr İbnül As'ı yani HAKEMİ buldu. Ona "Eğer Ali'nin çıkardığı yüzüğü Muaviye'ye takarsan o halife olunca onun boşalttığı SURİYE VALİLİĞİNİ sana vereceğim" dedi... Ve kalleş hakem yüzüğü Ali'den alıp (Musa'ya değil) MUAVİYE'YE taktı. Ordular birbirine girdiğinde de KUR'AN SAYFALARINI (kendinde duruyordu) PARÇALAYIP, Muaviye askerlerinin mızraklarının ucuna delerek takan da Ayşedir. Ali yandaşları/ordusu "Biz Kur'an'a silah çekmeyiz” deyip, silahlarını yere attıklarında, MUAVİYE silahsız ordunun tamamını ÖLDÜRTTÜ.

İşte bunlar üzerinde düşünün ve araştırın: "Felaket bundan sonra başladı". İki mezheb (Muaviyecilik, Alicilik), yani Yezidilik ve Şiilik ortaya çıktı birdenbire Ayşe sayesinde. Bizi bölen, hakemi ayartan, Cumhuriyeti Emevi Saltanatına çeviren, mızraklara KENDİNDE duran ve Osman döneminde toplanmış Kur'an sayfalarını astıran Ayşe'den söz ediyorduk...

Hadisler ne dediyse KUR'AN tersini yazdı. BEN YAZMADIM Kur'an'ı. Kur'an hadislerden 220 yıl daha eski. Hadisler yeni... Yani ben BİZLERDEN BAZILARININ atladığı AYETLERİ, parlatıp önünüze getiriyorum. Kendimden hiçbir şey yazmadım ASLA. Nefsimden bir tek laf bile yoktur sohbetlerde.

Halbuki hadislerde BİR TEK AYET yoktur, hepsi nefsindendir yazanların... Ben asla Ayşe anamıza laf söylemedim. Ayetler ve siyer onu ENTRİKACI olarak ilan ediyor. Yani Resulullah eşi olmasa, çoktan işi bitikti. Allah Araplara KAFİRlikte ve MÜNAFIKlıkta EN AZGIN MİLLET diyor... Tüm Arapları böyle suçlayan Rabb’imizin Ayşe için de böyle bir ayeti sert indirmesinde ne sakınca var ki? Cemel (Deve vakası) da zaten Ayşe'nin başlattığı bir olaydı. Dikkat ederseniz ayette Ayşe için de "İbadet, itikad, oruç vb. konularında BOŞ GEÇİYOR" diyor. Namaz kılmadığını da söylüyor...

Peygamberimiz için de ABESE suresi indi ve o surede peygamberimiz ALLAH tarafından azarlandı... Hem de ne azarlanma... Yerin dibine soktu Allah ve sınıfta bıraktı, ikmale kaldı... Ve bildirir (Ayşe'yi Kur'an ile bildirdi bize). Mesela Ayşe'nin bakire olduğunu söylüyor, bu bir betimlemedir. ÇOK büyük sırlar vardır ama bu saatte girmek istemem. Yani Ayşe'yi uzun uzadıya anlatan bir ayrıntı yumağı var (Tabii Hafsa’yı da).


“Siyer - Hadis” Yukarı

Size Siyer ismi veremem, çünkü Hadisçiler onlara de el attı. Cafer Sıddık'ınki dışında tam güveniliri yok. Hadisçilerin tahrifatını yakalıyorum Siyerlerde. Mesela diyor ki, "Mayıs ayının ilk haftasında Resulullah şu şu şu işleri yaptı, bu sefere çıktı vb.. Bu siyer ama HADİS'i sokunca şöyle oluyor: "Bir Yahudi kadın düğümlere üfleyerek ve peygamber yanında hizmetçi olan oğlu aracılığıyla Resulullah'ı sihirledi. 6 ay kendini bilmeden ve sürekli ihtilam halinde ve bir cin kadınıyla karı-koca hayatına giren Resulullah'ı, inen Felak ve Nas Sureleri kurtardı diyor...

Hani Mayıs, Haziran... Kasım boyunca Resulullah bir sürü sefere çıkmış, en aklı başında anlaşmalar yapmış, savaşmış vb. Bu peygamber madem ki kendini bilmeden 6 ay (Buhariye göre bir yıl) sadece yattı ve hiç bir şey yapmadı. O zaman şu şu şu savaşları yaptı diyen SİYER mi yalan, yoksa HADİS mi yalan?

Hadis yalan çünkü: Allah Resulüne açık senet vermiştir: "Sen büyülü değilsin ve asla sen mecnun değilsin, seni büyü tutmaz” diye... O zaman, ya Allah yalan söylüyor hadis doğru, ya da tersi. Mecnun >>> meCNuN >>> kelime kökü Cinn.

Resulullah meCNuN yani CİNNli ise ve bir cin kadınıyla evlenip de 6 ay bir yatakta onunla yatıyorsa ve sürekli orgazm halindeyse:

1. Ya bu ayet yalan, Resulullah da cinlenir.
2. Ya da tersi, ayet doğru Hadis yalan.

Daha çok şey de söylenebilir. O kadar Müslüman çocuğu dururken, Resulullah niye yanına bir büyücü Yahudi kadının oğlunu hizmet eri olarak alsın. Resulleri büyü tutuyorsa, eyvah ki eyvah! "Şeytan Ayetleri" kitabını yazan haklı çıkar... Hadisler yani...

Fakat şu var ki; Allah'ın ayetleri ve Siyer doğru... Ama siyerdeki bu TÜR iki yaşam anlatan hadislerden zorlamalar YALAN. Ayrıca şu da var. O bir yıl (ya da 6 ayda), sayısız ayet geldi. Mecnun Resulullah (Haşa) bu ayetleri aklı başında olmaksızın NASIL aldı? Üstelik felak ve Nas bu kendi uydurdukları olay üzerine değil; OLAYDAN yıllar önce indirilmiştir...

Hadisler kendi içinde YALAN üzerine yalan. Eğer tabuları yıkar ve biraz serbest olarak bu olanları yorumlayabilirseniz, Kur'an'ın (ve siyerin) çelişmezliği karşısında HADİSLERİN iflas ettiğini bir sürü pinokyo tarafından uydurulduğunu görebilirsiniz. Halen HADİSLERİN peşinden mi gideceğiz? 12 asırdır fazla bile yaşadı. İLK yazılı hadis Resulullah'ın ölümünden 220 yıl sonra KALEME alınmıştır. Meraklısına duyurulur... O ana kadar Peri Masalı gibi dilde, hafızada saklandı, söylenegeldi... İsteyen uydurdu, değiştirdi... Ama SİYER güncedir ve günlüktür, günü birlik yazılıdır. Kur'an ise korunmuştur. Hadisleri KURTARMAK için, asla ayet ve siyeri feda etmeyelim...

Burada bulunan herkes benim eski köye yeni adet getirdiğimi, namazı kısalttığımı, içinden duaları kaldırdığımı, daha uzun oruç tutup, yılda 112 gün HAC yapılabileceğini ve de Cuma gününün tatil olmadığını duyunca aynı tepkiyi verdiler... Ama diyorum ki: AKLIN yolu bir! İşte akıllı olan bunları bir yana bırakıyor ve sadece Kur'an okuyoruz BİRLİKTE...


“Nefsi Terbiye Etmek” Yukarı

Çok az sayıda yalan söyleyelim diyorum (Melek değiliz ya=Saklamıyalım, örtmeyelim diyorum). BİLİNSİN diyorum...

Nefsin terbiyesinde ilk kural: 1. Nefs =KEZZAB >>> YALANCIDIR. Hiç yalan söylememek demek "NEFSİM YOK" diye yalan söylemek demektir. Ya da BEN MELEĞİM demektir. Melek olduğunu söylemek de yalandır. Demek ki nefsimiz yalan söyleyecek. BARİ EN AZ'ını söylesin. En azın sınırı, Hz. İbrahim'de üç yalan: Eşi için "kızkardeşim" dedi, "Büyük put küçük putları kırdı” dedi babasına... Ve üçüncü yalanı da: HİÇ BİR ZAMAN İNANMADIĞI, Güneş, Ay ve yıldızlara "secde" etmesiydi. Yani inanmadan secde etmişti (iyi ki etmiş, onun yüzü hürmetine NAMAZ oluştu). Allah'ın dostu oldu, Milletin babası... Allah İbrahim'i çok sevdi/sever/sevecek, üç yalana rağmen... O bağışlayıcıdır...

Ben günde 33 yalan söyleyen biri olarak ÜMİTSİZ değilim. Yalan söylediğimi söylemek BİR DOĞRULUKTUR. Kul'un Allah'a borcu ise DOĞRULUKTAN ibarettir. Mesela kaşım patladı. Ne oldu diyenlere: "Kapıya çarptım" lafını üç-beş kere kullandım. Yahu elimde değil, kaçıyor ağzımdan... Ama yalan söylemek için değil! Evet yalan söylemek için değil: "UZUN UZADIYA anlatmamak için” kapıya çarptım, merdivenden düştüm diyorum. Yoksa herkese tek tek, uzun uzun anlatacak zamanım yok! Ama sonuçta YALAN söyledim mi? Evet söyledim!

Hanifler, yalanın FRENİNİ çok iyi ve tetikte kullanmalıdırlar. Allah büyük, sürekli, politika ve ticaret ya da başka amaçla söylenen tüm yalanları reddetmiştir. Yalancıdan HANİF yapmaz. Çok dikkat edelim, HANİF'likte ve nefsin terbiyesinde BEYAZ OLMAYAN YALANA asla yer yoktur. Ve yalancıların şöyle bir ruh haleti vardır: "Filanca hadis derlerken, bir tek yalanını yakaladığı (Ravilerden birinin) 100 hadisini yırtmış atmış... Böyle yüzbinler atıla atıla geriye Kütibi Sitte denen 6 kitap çıkmış. Oysa Buhari YALANCI zaten: Kendisi doğu Türkistan (Taklamakan) YAHUDİSİDİR ve bunu İNKAR eder. Kendisi safkan Yahudidir. İPEK YOLU denen zengin kapının çöreklenmiş Yahudilerinden biridir. Bize onu ARAP hatta TÜRK diye yutturdular, BAYAZIT hanedanımız.


“Ter - Zar” Yukarı

Terin KİRLİAN fotoğraflarında (ki makinesi piyasada satılıyor) TER'in bir regülatör olduğu yani keskin renk noktalarını "Homojene" ettiğini de görebilirsiniz. Bu aynı zamanda çamaşıra geçiyor (olumlu anlamda). Çamaşır bu tedaviyi sürdürüyor. Aspirasyondan sonra duş, eğer önlem alınmazsa zatürre, zatülcenp bile yapabilir. Alt tarafı bir ciğer zarı ve üst tarafı beyin zarı ama o zarlara bir şey olursa, bağışıklık sistemi yeniliveriyor... Ve Allah'ımız ZAR olayını kutsamıştır (Osmos). ZAR bir şeyin limitleri, NEFSİdir, varlığın limitlerini çizer. Cosmos ile Chaos arasında bir OSMOS zarı vardır. Evrenin yüzeyinde yaşıyoruz ki ZARDIR. 11 boyutlu süper sicimlerde de ZAR vardır. Hücreden MAHŞERE kadar herşey MEMBRAN'dır. Mahşer meydanı incecik bir ZARDIR. Rahim cidarı, Mide Mukozası, Cortex falan ZAR olmadan hiç bir şey olmaz. Ve NEFS=ZAR'dır. Zarın içinde kalan sizin nefsiniz, sizin topraklarınız, dışında kalan ise sembioz yaşadıklarımızın topraklarıdır (öteki nefisler ve tüm nefisler birbirlerine SELAM ve SELAM demelidirler).

Geri Dön     Yukarı